Bireysel Silahsızlanmada Medyanın Rolü Arama Konferansı

28 Eylül 1999
Hotel Dedeman İstanbul
 
Nazire Dedeman
Umut Vakfı Kurucu Başkanı
Konuşma Metni

 
 
Değerli Konuklarım, Sevgili dostlarım,
 
28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü, bugün, Umut Vakfı’nın bu konu ile düzenlediği etkinliklerin dördüncüsüne hoş geldiniz. Bugün, o gün. Beş yıl önce bugün, oğlum Umut öldürüldü. Kaza denildi, cinayet denildi...
 
Olay Adli kollukça ve yetkili makamlarca saptırıldı, deliller yok edildi. Mahkeme İstanbul Adli Tıp Kurumu raporundaki "Yarı otomatik Browning tabancanın o şartlarda patlamasının mümkün olmadığına" ilişkin saptamaya rağmen, tedbirsizlik ve dikkatsizliğe ölüme sebebiyet vermek suçundan, sanığı, hepinizin bildiği gibi, netice olarak 18.500.000TL. ile cezalandırdı. Yargıtay da, "Şüpheden sanık yararlanır" genel prensibinden hareketle bu cezayı onadı.
 
Böylece, hukuk devleti kuralları içersindeki adalet anlayışımız hüsranla sonuçlandı. Bütün bu yargılama safhasında karşılaştığımız haksızlıkların, delillerin bizzat görevliler tarafından şuursuzca karartılmış olmasını, bir yurttaş olarak içimize sindiremezdik. Sindirmedik de...
 
Hazırlık soruşturması ile birlikte delilleri karartarak, bir başak suçun oluşmasına neden olan görevliler hakkında, kamuoyu önünde yaptığım ihbar mahiyetindeki açıklamalarım üzerine, yargının harekete geçmesini sağladım. Evet, yargı harekete geçmişti. Bu nasıl bir hareketse, sanık olması gereken görevliler yerine, kendimi sanık sandalyesinde buldum.Olsun, yeter ki gerçekler ortaya çıksındı. Ama geçen süre içinde yargıdan en ufak, doğru yönde bir kımıldanış görmeyince, Cumhuriyet Savcılığının r’esen başlatması gereken ama bir türlü başlatmadığı soruşturma için geçtiğimiz günlerde savcılığa bizzat başvurarak, suç duyurusunda bulunduk.Ancak çok ciddi dayanakları olan başvurumuzu, incelemeye gerek duymayan savcılık, tanıklarımızı dahi dinlemeden, takipsizlik kararı verdi. Bu takipsizlik kararına karşın, usule uygun olarak, itiraz hakkımızı kullandık ve sonucu merakla bekliyoruz.
 
Ben, oğlumun neden öldürüldüğünü, daha doğru bir deyişle, öldürülüşünün gerçek nedenini hala bilmiyorum. Ancak çok önemli bir gerçeği biliyorum.Oğlum,o mekanda var olan ruhsatsız bir tabanca ile kurşunlandı ve öldü. Bu nedenle "Bireysel Silahlanmaya Hayır!" diyorum.
 
Ateş düştüğü yeri yakar.Bu, benim acım. Ama yurdumuzun bu ateş çok yeri yakmaya başladı. Yalnızca geçen hafta, bireysel silahla 11 kişinin yaralandığını yada öldüğünü duyduk. Örneğin bir doktor, apartmanlarında çöpün nereye dökülmesi gerektiği hakkında, apartman yöneticisi ile münakaşa ediyor ve kızgınlıkla ruhsatlı tabancasını çekip yöneticiyi öldürüyor. Silah olmasaydı, ne yönetici ölürdü ne de doktorun hayatı mahvolurdu. Kızgınlık geçince, barışcıl yollarla bu sorunu çözebilirlerdi.
 
Başka örnekler; Biri Çanakkale’de diğeri İstanbul’da, çocuk yaşta iki genç, babalarının ruhsatlı tabancalrını evden alarak, biri okulda, diğeri pazarın orta yerinde kin duydukları arkadaşlarını vuruyolar. Evde bu silahlar olmasa, bu talihsiz olaylar olmazdı. Bu nedenle ruhsatlı, ruhsatsız silaha "Hayır" diyorum.
 
Ancak denilecektir ki; bunlar gerçekten talihsiz olaylar ama ruhsatlı silahların amaç dışı kullanılma örnekleri.Ruhsatlı silah bulundurmanın asıl amacı ise savunmadır. Sorumlu vatandaşın kendini savunması için devlet verir ruhsatlı silahı" Doğru olabilir. Devlet, yurttaşını koruyamıyorsa, bu işlevi yurttaşın kendisine yükleyebilir. Ama böyle bir devlet hukuk devleti olduğunu öne sürmeli.
 
"Namuslu yurttaş, kendi güvenliğini kendi sağlasın" diyen devletler çıkabilir. Demeyen devletler de çıkabilir...Bir yıldır yaptığımız araştırmada, bize örnek olarak Japonya gösterildi. Üzgünüm ki, bu ülkeyi temsilen davet ettiğimiz dostlarımız bugün aramızda değil. Olsalardı, şunları söyleyeceklerdi; 1997 yılında, bireysel silahlarla ülkelerinde 111 şiddet olayı meydana gelmiştir. Bunların da 22’si ölümle sonuçlanmıştır. Nüfusü Japonya nufüsunun 2 katı olan Amerika Birleşik Devletleri’nde ise, ölümle sonuçlanan silah içeren şiddetin yıllık bilançosu, 1996 yılında, 10744 yanılıyorsam, Amerikalı dostum beni düzeltsin.
 
Türkiye’de son 8 yılda satılan silah sayısı %358 oranında artış göstermiş.Yine ülkemizde, son 10 yılda sadece polis bölgelerinde ele geçirilen ruhsatsız silah sayısı, 95114. 1987 yılına göre ele geçirilen silah sayısı 1996 da %612 artışla gerçekleşmiş. Bu verilere jandarma bölgeleri dahil değildir. Bilindiği gibi bu silahlar tekrar satışa sunulmaktadır.
 
Amerika Birleşik Devletleri’nde silah edinmek kolay, Japonya da yasak. Demek ki silah bulundurmayı ve taşımayı yasalarla yasaklamak gerek... Bu, kolay bir çözüm önerisi oluyor. Çünkü, Japonya’da bile ölümle sonuçlanan silahlı olayların hemen hepsi, BORYOKUNDAN diye adlandırılan mafya tarafından ve tabii ruhsatsız silahlarla gerçekleştirilmiştir. Bu silahların hepsi de Japonya dışında imal edilmiş. Bu dizi, bireysel silahlanmanın uluslar arası boyutuna getiriyor ki, bu konuyu bugün burada, konuklarımız tartışacak. Üzücü bir anektod olarak söyleyeyim: Japon gençleri arasında yapılan bir ankette, diğer kültürlere özendikleri için, gençlerin %67 gibi yüksek bir oranın silah bulundurmak isteği ortaya çıkmış. Eğer istem bu kadar fazlaysa, Japon halkı, yakında silahlanmanın yolunu bulacaktır. Ulusal yasalarla yasaklansa bile bu ülke silahlanacaktır. Nitekim, silah kaçakçılığında geçen yıl %86 bir artış olduğunu istatistikler göstermektedir. Japonya için üzgünü. Önümde yalnızca kötü örnekler var.
 
Peki silahlanmış ülkeler, silahsızlanma virajını nasıl alacaklar? Bunu denemiş bir ülke var: Kanada. Yine üzgünüm ki Kanada’da bireysel silahlanmanın yasalarla yasaklanmasına ön ayak olan dostumuz, ruhsatlı silahlar yasaklanınca yasa dışı örgütlerinin gücünün çok arttığını, buna karşın sorumlu yurttaşların savunmasız kaldığını araştırmalarıyla saptamış ve verdiği yiğitce döğüşün ne kadar yanlış olduğunu gördüğü için, utançla aramızda olmak istemediğini belirtmiştir.
 
Japonya olgusu ile Kanada olgusunu bir araya getirdiğimizde karşımıza yadsınamayacak bir gerçek ve bundan da, bir ders çıkmaktadır. Silaha hayır demek kolay, ancak silaha hayır diyebilmenin koşullarını oluşturmak zor. Bu gerçek, bizim içinde, Avusturalya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri için de aynı. Bu gerçeği başarılı bir şekilde oluşturmak için yola çıkan bu üç ülkenin temsilcileri aramızda. Kendilerinin deneyimlerini dinleyip, bunları ülkemiz gerçeğine aktaracak medya mensupları da aramızda.
 
Diyorum ki, elele verdiğimizde, bu sorunun kolay olmayan çözümünü, bugün burada irdelemeye başlayabiliriz. Friedrich Nietzsche’nin dediği gibi, "Niyet varsa, yol bulunur."
 
Bu yolu bizlere göstermenizi diliyor, şiddetin olmadığı hakça bir yaşam istiyoruz.
 
Umut dolu yarınlara, efendim.
 
Teşekkür ederim.