-
Bayan Başkan,baylar,bayanlar,
Zamanımızın önemli meselelerinden birisini görüşmek üzere bu seçkin topluluğa beni davet ettiğiniz için UMUT Vakfına teşekkürlerimi sunarım. Silah kontrolü bütün dünyada ulusal ve uluslar arası düzeyde artış gösteren bir şekilde tartışılan bir meseledir. En önemli halk güvenliliği meselesi haline gelmiştir. Silah kontrolü yasal olan ve olmayan silahlar,suç,çelişkiler(conflict) ve para hakkındadır. Silah kontrolü demokrasi, yasaların hakimiyeti, medeni kanun reformu ve uluslar arası anlaşmalar gereğidir. Hepsinden önemlisi o güç azınlık menfaatini de kapsamaktadır.
Fakat bizler burada basın kuruluşlarının silah kontrolü üzerindeki rolü üzerinde konuşacağımız ve ilk olarak sizlere özellikle son ikibuçuk yıl içinde İngiltere’de neler olduğu hakkında fikir vermeye çalışaçağım ve daha sonra silah kontrolü yasası reformuna yönelik kampanyalarımızdan aldığımız derslerden bahsedeceğim.
Biz, Birleşik Krallık’da son 11 yıl içerisinde ayrı ayrı ve beraberce milletin vicdanını sarsan iki vahşi (dreadful) katliam yaşadık. 1987’de,huzurlu bir yer olan Hungerfold’da önceden yasalara saygılı bir adam çıldırarak 16 kişiyi öldürdü ve 15 kişiyi yaraladı. Sonrasında, Dunblane’de 1996’da çoğunuzun hatırlayacağı gibi, kendi sözleriyle silahları seven ve yetişkinlik çağını genç kişilerle birlikte çalışarak geçiren bir adam tarafından 16 öğrenci ve bir öğretmen öldürdü ve ayrıca 12 çocuk ve 3 öğretmen de yaralandı. Her iki kişinin de mevcut yasalar çerçevesinde silah bulundurma izinleri vardı.
Hongerford olayından sonra yasa ile ilgili bir çok değişik önerilmesine rağmen çok azı hayata geçirildi. Bazı yarı otomatik silahlar yasaklandı, ama önemlisi el silahları (tabancalarda) hiçbir şey yapılmadı. Eğer el silahları (tabancalar) 9 yıl öncesinde yasaklanmış olsaydı, Dunblane trajedisinin olup olmayacağını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Kamuoyunun öfke kızgınlığı, meydanın da etkisiyle olmayacağını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Kamuoyunun öfke ve kızgınlığı, medyanın da etkisiyle birlikte "Kartanesi Dilekçesi" ve Gun Control Network’ün (Silah Kontrol Ağı) kurulması, Şubat 1997’de Muhafazakar hükümeti büyük kalibreli el silahlarını yasaklamaya zorladı. Yeni işçi partisi idaresi Mayıs 1997’de iktidara geldikten sonra sözünü tutarak bu yılın başlarında tüm el silahları yasaklandı.
Dunblane’den sonra kampanyanın çok önemli bir noktası medyanın oybirliğiyle sağladığı destek olmuştur ve bu da kesin açık ve ısrarlı bir şekilde - el silahlarında tam bir yasaklama şeklinde gerçekleşmiştir. "Bizim sloganımız KARAR AL - EL SİLAHINI YASAKLA" şeklindeydi. Gazeteler konu hakkında uzun kampanyalar düzenlendi, TV istasyonları telefonla katılımcılı konuşma, programları araştırmalar, anketler tartışma programları ve görüşmeler gerçekleştirildi. Basın kuruluşları konularımızın üzerinde önemli durdular, bütün büyük medya kuruluşları basın konferansımızı izledi, bütün partilerden politikacılar bizi destekledi ve halkla ilişkiler ve reklam şirketleri bizim için prim temelli çatıştı (pro-bono) ve gündem böylece canlı tutuldu.
Bütün bu aktivitelerde kurban ailelerinin katılımı çok önemliydi. Onlar birer ikon oldular. Onların vakarlık ve öfkeleri tüm ülkede milyonlarca anne ve babaya ulaştı. Hungerford ve Dunblane trajedilerinin kurbanlarının ailelerini organizasyonumuza dahil etmemiz bize büyük bir güç ve saygınlık kazandırdı. Kurbanlara duyulan sempati ve saygının kamuoyundaki tesiri karşısında, silah lobisi bunu göğüslenmesi güç ve mesele olarak kabul etti.
Başlangıçtan itibaren, silah lobisi bütün zenginliğine ve "kuruluşla" (establishment) ortaklığına rağmen dezavantajlı konumdaydı. Savaş "David ve Goliath" mücadelesi olarak resmedildi. Paramız yoktu, fakat biz normal kişilerin, ateş etmeyenlerin ve büyük çoğunluğun görüşlerini temsil ediyorduk. Silah lobisi zengin, güçlü, bencil ve genel kamuoyundan uzak olarak anlaşıldı. Ateş etme, özellikle el silahı ile, çağdaş bir toplulukta uygunsuz bir spor olarak anlaşıldı. Ateş etme, özellikle el silahı ile çağdaş toplulukta uygunsuz bir spor olarak görüldü. Atış kulüpleri / dernekleri ortak bir strateji üzerinde anlaşmaya varamadılar ve bütün yasal düzenleme önerilerinin karşısında yer aldılar.
Onlar "Kama’nın (wedge) ince sonuma" korku ile bakıyorlardı ve el silahındaki yasağın tüm diğer silahlar üzerinde yasak ile takip edilmeyeceğini düşünüyorlardı. Atış kulüpleri problemin temelde yasa dışı yollardan elde edilen silahlarla ilgili olduğunu vurgulamak istediler, fakat bu onlar için zor bir argümandı, çünkü son iki trajedi yasal olarak sahiplenilen silahlarca işlenmişti.
Bütün dünyadan yorumcular İngilizce deyimlerinin eşsiz olduğunu ve başka bir yerde olmasının mümkün olmayacağını ifade ettiler. Ben şüphe duyarım. Biz dünyadaki en sıkı silah yasalarından birisine sahip olmamıza rağmen, Dunblane trajedisinin olduğu zaman tabanca ve satış sporunun ülkedeki en hızlı büyüyen spor dalı olduğunu vurgulamak isterim. ve atış sporunun ülkede en hızlı büyüyen kanıtı olarak ta o zaman atış kulüplerinde teklif edilen "pratik atış" ve "savaş atışı" deneyimlerini gösterebilirim. 40.000 kişinin ateşli silahlarla her sene öldürdüğü, hayalet Amerikan tarzı silah kültürünü meşrulaştırarak örnek olarak gösterilip, Amerika’nın yolundan bizim de gidemeyeceğimizi kamuoyuna söylemek zorundayız.
Bizim iç silah yasalarındaki reform sadece 200.000 el silahının toplandığını ve yok edildiğini ifade etmek değil, ayrıca ne tür bir sivil toplumda yaşamak istediğimiz hakkında verdiği açık mesaj acısından da önemliydi. Bildiri yapıldı, pozisyon alındı, silahlar özellikle "el silahları" tehlikelidir. Ve onlardan çok azı olursa bizler daha güvenilir bir ortamda olacağız.
Bu bildiri bir çok kişiye kendiliğinden doğru gözükmekle birlikte, savaş istatistikleri ve bu girişim etrafında hızla yükselmeye devam ediyor. Amerika’da atıcıların istatistiklerin sizin silah sahibi olmanız halinde, olmamanıza göre daha güvende olacağınızı kanıtlar gibi görünüyor. İngiltere’deki eşdeğerleri silah suçları ve silah bulundurma arasında kesin bir istatistiki kanıtın olmadığını ileri sürmektedirler. Fakat mantık onların bağlantısını sağlamaktadır. İstatistikler herhangi bir amaç için kullanılabilir ve bizler iç güdülerimize güvenmek zorundayız. Belki de 19 yy’da yaşamış Andrew Lang isimli bir İngiliz’den öğreneceğimiz bir şey vardır. "İstatistiğe sarhoş bir adamın sokak lambasını kullandığı gibi kullanıyor, aydınlatmadan ziyade destek için"
Şimdiye kadar, sadece Birleşik Krallık’taki silah yasalarını değiştirmeye yönelik deneyimimiz hakkında konuştum. Fakat bu silahların arzını ve yayılmamasını kontrol etmekte girişimin sadece bir yönüydü. Hepimiz biliyoruz ki silah kontrolü yalnız bir yasal değişikliği veya meseleden ibaret değildir. Hepimizin güvende olabilmesi için ülkeler silahların yasal ve yasa dışı trafiğini elbirliğiyle çalışmalıdırlar.
Bunun bir örneği 98 Haziran’ında kabul edilen ve hükümetler arasında silahların transferini sınırlayan Avrupa Birliği silah satışları yasası’ndaki gelişmede görebiliriz.
Bu yasa zayıf insan hakları kayıtlarına sahip hükümetlere silahların erişimini sınırlamak üzere çıkartılmış tır. Ayrıca bu hükümetlerdeki devlet kuruluşlarınca yanlış amaçla kullanılabilir veya başka bir ülkeye saldırı amaçlı kullana bilir.
Bu bağlan da silah ticareti üzerindeki giz perdesinin kaldırılmasının önemini değinmek isterim.ve bu noktada medyanın rolü çok büyüktür. Birleşik Krallık’ta Yeni İşçi Partisi’nin "etik" dış politikası kapsamında görünürde karşısında olduğu, Sierra Leone ve Filipinler’e yapılan son silah transferlerini, soruşturan medyaydı. Ayrıca Irak ve Suudi Arabistan’a yapılan silah satışlarında da medya vardı. Bizler şeffaflık ve kabul edilebilirlik için hem ulusal hem de uluslar arası düzeyde kampanyaya devam etmek zorundayız.
Yasadışı silahlar söz konusu olduğunda, b,r,s, bunun sadece etkin bir yasal mücadelenin konusu olduğunu söyleyebilir. Fakat yapılabilecek bundan daha fazla bir şey vardır ki, eğer ülkeler birlikte çalışırsa silahların yasa dışı trafiği durdurulabilir. Bu durum, birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve A.B.D’ce ve uluslar arası gruplarca tanınmıştır. Bütün bu fora içinde uluslar arası işbirliği yasa dışı silahların transferlerinin tabiiki bu kontroldeki gereklilik hakkında yoğun tartışmalar olmuştur. Hatta bazı anlaşmalar da olmuştur. Bildiriler imzalanmış, konvansiyonlar çizilmiş ve iyi dilekler temenni edilmiştir. İlerleme yavaş olmakla birlikte bir ilerlemedir.
İlerlemenin kaydedildiği bir başka alan ise, çatışmalar sonrası askeri elden sivillere geçmiş olan silah fazlalarının toplanması ve yok edilmesidir.
Karayolları kampanyasının başarısına müteakip, Amnesty (Uluslar arası Af Örgütü), save The Children (Çocukları Koru), Oxfam; ve diğerlerinden oluşan uluslar arası hükümet dışı organizasyonların oluşturduğu bir konsorsiyum, özellikle üçüncü dünya ülkesine yönelik silahların tedarik ve yayılmasını azaltmada beraber çalışmaya başladılar.
Fakat emin olmamız gereken bir nokta vardır; ve yok edilen silahların yerinin yeni bir sevkiyatla doldurularak üretici ülkeye kar sağlaması ve karşıdakine de ölüm getirmesi. Bilindiği üzere silah endüstrisinin kontrolünü sağlamaya, endüstrinin büyümesinde siyasi ve ekonomik çıkarı olanlarca şiddetle karşı koyulacaktır.
Türkiye’ye gelişsek, devlet bütçesinin yaklaşık % 20’sinin askeri harcamalara gittiğini biliyoruz. Sizin hükümetiniz aynı zamanda, gelecek 10 yılda yaklaşık 31 Milyar $ lık toplu bir modernizasyon programı başlattı ve bu gelecek 25-30 yılda 150 Milyar $ ı bulacaktır. Bunun Türk halkını, daha fazla veya az güvende hissetmesini sağlayacağını merakı ederim.
Satın alınan silahların büyük bir kısmı tedarik eden Birleşik Krallık Bu modernizasyon programındaki büyük oyunculardan biridir. Son haftalarda 1 milyon tüfeğin tedarik anlaşması iki ülke arasında imzalandı. Birisi silahların nereye gideceğini sormalıdır. Silahlar yok edilecek mi ya da sivil ellere mi geçecek. Sabanlık’ta (Ploughshares) eritildiklerinin ve ülkemizde ya da başka bir yerde silahlanma olarak görülmeyeceğini umut ederim.
Şu ana kadar silah kontrolünün arz tedarik kısmı üzerinde yoğunlaştık fakat talep kısmı ne alemde acaba? Bizler şiddetin köklü nedenleriyle nasıl mücadele edeceğiz ve bireyler ile hükümetlerin silahlara sahip olması ve kullanmalarını nasıl azaltacağız. Bu konularda UMUT Vakfının yıllardır uğraştığı ve bu alanda çıkardıkları mükemmel işi alkışlıyorum. Şiddet olmayan normların tesisi herhangi bir toplum için varılacak son noktadır. Çoğu insan bunun mümkün olmayacağını söyleyebilir ve belki de öyledir, ama denemek zorundayız. Kesinlikle, eğer herhangi bir şey yapmaz isek, her şey çoki daha kötüye gidecektir.
Sözlerime Silah Kontrol Ağı’nın 4 temel ilkesini söyleyerek son veriyorum:
I. Herhangi bir ülke ya da topluluktaki silah şiddet yasal yasadışı silahların mevcudiyeti ile doğrudan ilgilidir.
II. Silah sahipliği bir imtiyazdır, hak değildir.
III. Hükümetlerce sınırlanmak üzere pozitif tedbirler alındığı müddetçe, silah kültürü büyüyecek ve kamu güvenliğini tehdit edecektir.
IV. Silah kontrolü ülkelerin beraber çalıştığı ortamda daha etkin olacaktır.
Burada sizinle çalışmaktan dolayı çok memnun olduğumu ifade eder ve beni davet ettiğiniz için teşekkür ederim.
-
Soğuk savaş döneminde uluslar arası toplumun silahsızlanma alanındaki çabaları daha ziyade kitle imha silahlarının ve belirli katagorilerde yer alan konvansiyonel silahların denetimi ve İmhası üzerine yoğunlaşmıştır. Bu çerçevede, soğuk savaşın kutuplar arası yüksek politikaların Meydanında, küçük ve hafif silahların esasen dünya savaş tarihinin en kanlı araçları olduğu Gerçeği göz ardı edilmiştir.
Kitle imha silahları ve ağır konvansiyonel silahların denetimine ve imhasına yönelik çabalar Soğuk savaşın sona ermesini izleyen yıllarda da devam etmiş, bu faaliyetler Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması , kimyasal silahlar sözleşmesi, Füze Teknolojisi Kontrol Rejimi ve Wassenaar Düzenlemesi gibi uluslar arası rejimi ve antlaşmalar vasıtasıyla resmiyet ve işlerlik kazanmıştır.
Diğer taraftan, soğuk savaşı müteakip dünyamızdaki bölgesel çatışma ve iç savaşların arttığı gözlenmiştir. Bosna, Somali ve Rwanda’da yaşanan katliam ve insanlık trajedileri uluslar arası camianın Dikkatinin kitle imha silahlarının ve ağır konvansiyonel silahların yanısıra küçük ve hafif silahlar Üzerine kaymasına sebeb olmuştur.
Yapılan araştırmalar 1989-1995 yılları arasında dünyada patlak veren 96 çatışmadan 91’nin çoğunlukla etnik nedenlere dayalı iç savaşlar olduğunu bu savaşlarda genelde küçük veya hafif Silah olarak tabir edebileceğimiz sistemlerin kullanıldığına, çatışmalardan zarar gören insanların 90’ını sivillerin oluşturduğuna, bunlarında 85’inin çocuklar ve kadınlar olduğuna işaret etmektedir.
Söz konusu araştırmalar neticesinde ortaya çıkan tablonun vehameti, küçük ve hafif silahların Denetimi konusunun 90’lı yılların başlarından itibaren BM’nin gündemine girmesine ve bu alanda BM’nin liderlik rolü üstlenmesine yol açmıştır.
Birleşmiş Milletler bünyesinde 1992 yılında oluşturulan BM Konvansiyonel silahlar kayıt sistemi Bu doğrultudaki çalışmalar çerçevesinde atılan ilk somut adımı oluşturmuştur. Konvansiyonel Silahlar Kayıt Sistemi BM ülkelerinin tank, zırhlı muharebe aracı, büyük kalibreli top sistemleri, savaş uçakları taaruz helekopteri, savaş gemileri ve Füze sistemleri olmak üzere 7 katagoride gerçekleştirdikleri yıllık ihracat Ve ithalatları hakkında BM’ye gönüllülük esasına göre her yıl bilgi vermelerini öngörmektedir.
Öte yandan gene 1992’de ocak ayında Prag’da toplanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Bakanlar Konseyi de "Non-proliferation and Arms Exsport" başlıklı bir bildiri kabul ederek Meşru savunma ihtiyaçların ötesinde konvansiyonel silah yoğunlaşmalarının uluslar arası barış ve güvenliğe tehdit oluşturduğuna atıfla özellikle gerginlik bölgelerine aşırı silah satışlarının önlenmesi konusunda çalışma yapılmasını öngörmüştür.
Ancak, görüleceği üzere gerek BM Kayıt Sistemi gerek AGİT çerçevesinde öngörülen denetim bu konferansın konusu olan küçük ve hafif silahları değil diğer konvansiyonel silahları ele almaktadır.
Küçük silahların denetimine ve bunların kaçakçılığının, yayılmasının ve özellikle hükümet dışı güçlerin elinde yoğunlaşmasının önlenmesine yönelik çalışmalar ise ilk olarak 1995 yılında BM’nin gündemine girmiştir.Genel kurulun 50/70 B sayılı kararıyla genel sekreterin hükümet uzmanlarından oluşacak bir panelin yardımıyla BM’nin müdahil olduğu çatışmalarda kullanılan küçük ve hafif silahların çeşitleri, bunların istikrarsızlık yaratıcı üretim , transfer ve yoğunlaşmaların nedenleri ve bu tür yoğunlaşmaların önlenmesi için alınabilecek tedbirler hakkında bir rapor hazırlaması istenilmiştir.
Söz konusu panelin çalışmalarının yanı sıra BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi bünyesinde kurulan Suçun Önlenmesi ve Ceza Adaleti Komisyonu çerçevesinde de küçük silahların kontrolü çalışmalarına devam edilmiştir.
Küçük silahların denetimi konusunda çalışan panel tarafından hazırlanan rapor Ağustos 1997’de Genel sekreter tarafından BM Genel Kuruluna sunulmuştur.
Raporda öncelikle küçük silahlar ve hafif silahlar arasında bir ayrım yapılmıştır. Buna göre, Tabancalar, tüfekler, makinalı tabancalar ve hafif makinalı tüfekler küçük silah, ağır makinalı tüfekler, bomba atarlar, roket atarlar, bazukalar, taşınabilir uçaksavar ve tank savarlar hafif silah olarak tanımlanmıştır.
Bu tanımın yapılabilmesi önemlidir. Zira aynı sene kanada tarafından hazırlanan "Hafif Silahlar ve Mikro- Silahsızlanma" başlıklı çalışmada ortak bir tanıma varılamaması hafif ve küçük silahlar alanındaki denetim ve silahsızlanma çalışmalarının önünde önemli bir engel olarak gösterilmiştir.
Söz konusu rapor küçük ve hafif silahlar konusunda yukarıdaki tanımı içermenin yanında, küçük ve hafif silahların üretimlerine, transferlerine ve istikrarsızlık yaratıcı yoğunlaşmalarına ilişkin bazı çarpıcı tespitlere de yer vermektedir.
Bunları şöyle özetlemek kabildir:
Öncelikle kitle imha silahlarının tersine, küçük ve hafif silahların istikrarsızlık yaratıcı yoğunlaşmaları ve bunun önlenmesi konusunda uluslar arası toplumda ortak kabul görmüş herhangi bir norm veya standart mevcut değildir.
Buna karşılık, küçük ve hafif silahların özellikle hükümet dışı gayri-nizami güçlerin, gerilla guruplarının, uyuşturucu kartellerinin, çetelerin ve kaçakçıların ellerinde yoğunlaştığı bölgelerde iç karışıklık Ve savaşların sıklıkla patlak verdiği suç ve şiddet olaylarında artış olduğu gözlenmektedir.
Bu silahlar kendi başlarına savaşların sebebi olmamakla birlikte , varlıkları çatışmaların derinleşmesine, uzamasına ve daha çok kan dökülmesine neden olmaktadır.
Küçük ve hafif silahları kullanmak fazla deneyim ve eğitim gerektirmediği için bu silahlar hükümet dışı güçler ve suç örgütleri tarafından tercih edilmekte, çoğu zaman çocuk yaşta insanların ellerine verilmektedir.
Öte yandan hafif ve küçük silahların üretimi için gelişmiş bir teknolojiye ihtiyaç duyulmaması bu silahların hem çok sayıda, hem de birçok az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede kimi zaman ufak atölyelerde üretilebilmelerini mümkün kılmaktadır.
BM raporuna göre hepimizin bildiği ve artık ayaklanmaların sembolü haline gelmiş olan kalaşnikov bugün 14’ten fazla ülkede üretilmekte ve 78 ülkede kullanılmaktadır. 1945-1990 yılları arasında sadece bu silahtan 50 milyon adet üretilmiş olduğu tahmin edilmektedir. Benzer şekilde G3 tüfekleri 18 ülkede, üretilmekte, 64’ten fazla ülke tarafından kullanılmakta, M-16 tüfekleri ise 7 ülkede üretilmekte ve 67 ülkede kullanılmaktadır.1945-1990 yılları arasında bu silahlardan sırasıyla 7 ve 8 milyon adet üretilmiş tahmin edilmektedir.
Raporda bulunan bulgulara göstermektedir ki, küçük ve hafif silahların denetimi, yayılma ve istikrarsızlık yaratıcı yoğunlaşmalarının önlenmesi, üretimlerinde belirli bir düzeyde sanayi ve teknoloji alt yapısına ihtiyaç duyulduğu cihetle daha az sayıda ülke tarafından üretilen ve kullanılan gelişmiş konvansiyonel silahların denetiminden daha zor olacak, denetim başarılsa dahi, küçük ve hafif silahların özellikleri nedeniyle etkili bir uluslar arası doğrulama mekanizması oluşturulması hemen hemen imkansız olacaktır.
Bu mülahazalarla, BM raporu bir dizi tavsiye kararı almış, bu çerçevede küçük ve hafif silahların Kaçakçılığının ve yayılmasının önlenmesi ve denetimlerinin temini için ülkelerin kendi iç hukuklarında gerekli düzenlemeleri yapmalarının ve yasal önlemleri almalarının önemini vurgulamıştır.
Küçük ve hafif silahların kontrolü konusu son olarak BM’nin silahsızlanma işleri dairesi tarafından hazırlanan 19 Haziran 1998 tarihli "Coordinating Action on Small Arms" başlıklı kağıtta ele alınmıştır. Bu kağıtta da, BM Genel Sekreterinin 1997 tarihli raporundaki tavsiye kararları desteklenmekte, küçük ve hafif silahların denetimi alanında BM’nin liderlik rolünü devam ettirmesi önerilmektedir. Konunun bu yıl ki BM 53.Genel Kurulunun gündeminde de yer alması ön görülmektedir.
BM çerçevesinde sürdürülen faaliyetlerin yanı sıra, küçük ve hafif silahların denetimi münferit ülkelerin insiyatifiyle düzenlenen seminer ve toplantılarda da ele alınmaktadır. Bu bağlamda 13-14 Temmuz 1998 tarihlerinde Norveç tarafından 21 ülkenin katılımıyla Oslo’da bir konferans tertiplenmiş, konferansta küçük ve hafif silahların denetimi alanında yapılması öngörülen çalışmaların eşgüdümü için bir eylem planı oluşturulmasına, bu çalışmalara ilgili hükümet dışı örgütlerinde dahil edilmesine, ülkelerin iç hukuklarında Gerekli düzenlemeleri yapmaya teşvik edilmesine, konunun BM 53. Genel kurulu çerçevesinde gündeme getirilmesine ve bu alanda gelecekte bilgi değişimine ve eyleme yönelik konferansların toplanmasının devamına karar verilmiştir.
Bu gelişmeler konunun özellikle kuzey ülkelerinin ön alması ve küçük ve hafif silah yayılmasından Zarar gören gelişmekte olan ülkelerin desteğiyle BM’nin ve dünyanın gündeminde kalmaya devam edeceğine işaret etmektedir.
Türkiye,küçük ve hafif silahların denetimine ilişkin uluslar arası çabalara gerek BM çerçevesinde, Gerek diğer ilgili beynelmilel forumlarda destek vermektedir. Konuya dış politika açısından bakıldığında, küçük ve hafif silahlar için BM tarafından getirilen tanım itibariyle uluslar arası alanda ağırlık hafif silahların denetimi konusuna verilmektedir. Küçük silahların denetiminin, tanımları itibariyle, ülkelerin içişlerini ilgilendiren bir konu olduğu, bu alandaki çalışmaların siyasi iradenin mevcudiyeti ve öngörüsü doğrultusunda iç hukukumuz çerçevesinde ele alınmasının daha uygun olacağı değerlendirilmektedir.
Öte yandan hafif silahların özellikle hükümet dışı güçlerin ve terör örgütlerinin ellerinde yoğunlaşma eğilimi ülkemiz tarafından hassasiyetle izlenmekte, bu konudaki endişelerimiz ve yayılmanın önlenmesine yönelik önerilerimiz taraf olduğumuz uluslar arası silahsızlanma ve silahların kontrolü rejim ve düzenlemeleri nezdinde dile getirilmektedir. Bu çerçevede konvansiyonel silahların ve çift-kullanımlı malzeme ve teknolojilerin dışsatım denetimlerine ilişkin Wassenaar düzenlemesi bünyesinde istikrarsızlık yaratan silah çeşitlerinin, tranferlerinin ve yoğunlaşmaların tesbitine ilişkin düzenleme içinde ortak kriterler oluşturulmasına yönelik olarak başlatılan çalışmaya ülkemiz tarafından kapsamlı katkıda bulunulmuş, benzer şekilde Avrupa Konseyi içinde hafif silahlar dahil, konvansiyonel silah transferlerinde gözönüne alınacak davranış ilkeleri rehberinin oluşturulmasında müzahir olunmuştur.
Ülkemiz ayrıca, küresel silah ticaretinin %80’inin AGİT ülkelerinden kaynaklanması ve dünyadaki önde gelen silah satıcısı ülkelerin büyük çoğunluğunun AGİT üyesi olması nedeniyle bu alandaki çalışmalarda AGİT’e özel bir sorumluluk düştüğü inancını taşımaktadır.bu anlayışla yukarıda bahsi geçen Prag Deklarasyonunun hazırlanmasında tarafımızdan etkin bir rol oynanmış, yine AGİT’te kabul edilen silah transferlerine ilişkin ülkelerin görüşülmesinde Türkiye ön plandaki ülkeler arasında yer almıştır. Öte yandan 1996 yılında AGİT çerçevesinde BM’nin konvansiyonel silahlar Kayıt Sistemi kapsamındaki 7 silah Katagorisine ek olarak küçük ve hafif silahları içerecek bir kayıt sistemi oluşturulması yönündeki önerimsiz üzerinde, özellikle büyük silah ihracatçısı ülkelerin öne sürdükleri böyle bir sistemin ilave yük getireceği, tekrara yol açacağı veya izlenmesinin zor olacağı gibi inandırıcı olmayan nedenlerle oydaşma sağlanması mümkün olmamıştır.
Türkiye bundan sonra da, küçük ve hafif silahların denetimi konusunda yapılacak uluslar arası çabalara destek vermeye ve bu tür faaliyetler içinde aktif olarak yer almaya devem edecektir.
-
İyi günler,
Aldığım eğitime göre ben bir dava avukatıyım; çeviri için fazla hızlı konuşmam yüzünden bir çok mahkeme savcısı tarafından suçlandım. Dolayısıyla eğer bugünde aynısını yaparsam ve bu konuda birileri beni uyarırsa konuşmamı yavaşlatırım. Umut vakfına bu konferansa ön ayak olduğu için ve ayrıca sürdürdükleri çalışmalar için çok teşekkür ederim. Bu çok önemli ve çok yapıcı bir çalışma. Bunun yanı sıra Bayan Dedeman’a da bir kaç şey söylemek istiyorum. Herşeyden önce eşsiz dostluğunuz için teşekkürler ve ikinci olarak, belki de daha önemlisi,asla akla gelmeyecek bir ölüm acısı çektiniz. Bu acıyı göğüsleyip böylesi bir yapıcı çalışmaya ve böylesi sürekli bir fedakarlığa kendinizi adamak bana göre gerçekten takdir edilecek bir durum, size büyük bir saygı duyuyorum. Bu çalışmayı sürdürmenizi dileyebilirim ancak, ve eminim sürdüreceksiniz. Size teşekkür ederim .çok teşekkür ederim.
Benden son 15 yılda Birleşik Devletler’de silahlanmanın kontrolü ile ilgili tartışmalarda medyanın rolünü tartışmak üzere 20 dakika kadar konuşmam istendi. yani her yıl için bir dakikadan biraz daha fazla ayırırsam, sanırım bu görevi yerine getirmiş olurum. Ve umarım bazı somut bilgileri size gerektiği gibi ulaştırırım. Fakat birleşik devletlerde silahlanmanın kontrolü ile ilgili tartışmalar tam anlamıyla 1980’li yılların ortalarında başladı; 1980’lerin ortalarında gerek ülke ve gerekse medya anlamında üç tip problemle karşılaştık.
Birinci olarak,zaman zaman kendi ülkem hakkında oldukça eleştirel olacağım; bununla birlikte size çok olumlu bir mesajda vermeyi ümit ediyorum: bir ülke böyle bir sorunu çözme konusunda politik bir yaklaşım güttüğünde söz konusu politika şiddet seviyesi üzerinde olağanüstü bir etki yaratabilir ve sanırım konuşmam boyunca bunu fark edeceksiniz. 1980’li yılların ortalarında ABD, her gün 60 vatandaşını tabanca ateşine kurban veriyordu, tek bir günde 60 vatandaş. Buna uzun namlulu silahları da kattığınızda, bu rakam günde 103 vatandaşa yükseliyordu: haftada, ayda değil tek bir günde! Yıllardır Manhattan Bölge Savcılığında cinayet savcısı olarak çalışıyordum ve ne zaman bir cinayet mahalline gitsem, cinayet aletinin genellikle tabanca olduğunu görüyordum.bu silahların nereden geldiğini bulmak için araştırmacılardan oluşan bir ekip kurdum. Ve silahların Newyork şehrine. Newyork şehri dışından.yasal yollardan geldiğini gördüm. Bunun nedeni oldukça basitti. Zira Newyork şehri silah kontrolü ile ilgili oldukça katı kontrol yasalarına sahipti. Newyork ta silah edinmek, silahları yasal olarak almak zordu.oysa başka yasalara yani başka eyaletlerin yasal düzenlemelerine göre silah edinmek nispeten kolaydı. Size genel durumu daha iyi anlatmak için, şunu söyleyebilirim:80’lerin ortalarından 90’lı yıllara kadar ABD de herhangi bir silah dükkanına rahatlıkla girip bir form doldurduktan ve üzerinizdeki ne kadar nakit varsa veya kredi kartı limitiniz ne kadarsa o kadar para vererek bir, iki veya üç silah alarak, aslında beş,on,on beş hatta yirmi silah alarak, oradan yürüyerek çıkabilirdiniz. İşte karanlık işlerle uğraşanların yaptıkları da buydu. Dışarı çıkıyorlar. Dükkanlardan yüklü miktarlarda silah alıyorlar ve bunları Newyork. Philadelphia. Boston. Sanfracisco veya Los Angeles gibi şehirlere transfer ediyorlardı.
Daha sonrada bu silahları caddenin ortasında , arabaların arka bagajlarında yasa dışı yollardan satıyorlardı. Bu nasıl olabilirdi?
Bu oluyordu. Çünkü silah edinen bir kişinin kimliğini belirlemek için gerekli ulusal çapta bir yasa yoktu. Üzerine adınızı, adresinizi ve polis tarafından aranmadığınız yada hapis yatmadığınız eyaleti yazmak zorunda olduğunuz federal yasalara uygun bir form vardı. Fakat bu kesinlikle bir bilgi denetlemesi anlamına gelmiyordu. Dolayısıyla cinayet veya herhangi bir suç işlemiş, yasadışı silah ticareti işine karışmış, tecavüz suçu işlemiş kişiler silah satın alabiliyorlardı. Hem de fazla miktarlarda alabiliyorlardı. Diğer birçok amerikan vatandaşına da, çok saçma gelen bu durum beni şok etti. Ve içimizden bir gurup, daha sonradan Brady Bill olarak adlandırılan bir çalışma başlattı. Brandy Bill çok basit bir ilke ile yola çıktı. Bir kişi ABD’de silah almadan önce, kimliğini polis tarafından aranmadığını ve herhangi bir suça iştirak etmemiş olduğunu gösteren bir özgeçmiş bilgisi vermek zorundaydı. Sanırım şu an hepiniz bunun oldukça basit ve mantıklı bir kural olduğunu düşünüyorsunuz. Ama bu bunu başarmanın 7 yıl sürdüğünü,bu yasayı Amerikan kongresinden geçirmenin 7 yılı aldığını ve silahlanmanın kontrolünü destekleyen bir tanesini bulana kadar çok sayıda başkan değiştiğini söylemem gerekiyor.
Fakat 1985 yılından. Brady Bill’i sonunda kabul ettirdiğimiz 1993 yılına kadar bütün bir ülkeyi ve medyayı silahlanmanın kontrol edilmesinin gerekliliği konusunda ikna etmek için neler yaptık?
Karşı karşıya olduğumuz birinci görev üç aşamalıydı: ilki, size söylediğim gibi her gün inanılmaz sayıda Amerikan vatandaşı, silahla öldürülüyordu, ancak bu hiçbir yerde belgelenmiyordu. Newyork, da birbiri ardına işlenen cinayetleri inceledim;hemen hiç biri gazetelere bildirilmemişti.her gün öldürülen Amerikalıların sayısı hiç bir biçimde kaydedilmiyordu.
İkinci Amerikan medyası hakkında konuşurken, aslında çoğu ülkenin medyası hakkında konuşurken medyayı iki farklı bölümde ele almak zorundasınız: eğlence medyası ve haber medyası.ABD’deki eğlence medyası tamamiyle şiddet olaylarıyla doludur. Aslında yapılan bir takım araştırmalarda, bazı çocukların yedi yaşından önce yaklaşık 5000 saatlerini televizyonun karşısında geçirdikleri ve bu 5000 saat içinde 50.000 şiddet içerikli olay bulunduğu gösterilmiştir. Bu yüzden eğlence medyasını, eğlence adına astronomik sayıda şiddet olayını ekrana getiren medyayı ele aldık ve gerek ampirik gerekse gözleme dayalı çalışmalar yoluyla pek çok sayıda çocuğun,eğlence amaçlı şiddet unsurları ile şiddetin gerçek yaşamdaki etkilerini birbirinden ayıramadığını gördük.
Üçüncüsü çok karmaşık bir sorunla anayasal bir sorunla karşı karşıyaydık. Muhaliflerimiz,yani ulusal silah birliği (National Rifle Association, NRA), ABD’nin ulusal çapta bir silah kontrolü bir silah yasasına sahip olamayacağını, çünkü anayasanın ek maddelerinden birinin.ikinci ek maddenin bunu engellediğini ileri sürmeye başladı. İkinci ek maddenin, her Amerikan vatandaşının istediği koşul ve zamanda istediği kadar silah sahibi olma hakkını garanti altına aldığını söylüyorlardı.ne yazıkki, aslında tanrıya şükürki bu tamamiyle uydurmaydı. Doğru değildi. Yani ne o zaman nede şimdi yasanın belirtmeye çalıştığı şey bu değildi.; fakat NRA, bunun uydurma olduğunu ülke çapında yaymak için ülke çapında sahip olduğumuz gücün neredeyse 15 katına sahipti. Bizi destekleyenler bile ’’evet silahlanmanın kontrolünü destekliyoruz, fakat ikinci ek madden bunu engelliyor.’’ Demeye başladılar. İşte bu yüzden görevimiz üç yönlüydü.
1) Bu eğlence ve şiddete dair gelişigüzel seçilen olay sayısını azaltmaları konusunda medya ile konuşmak zorundaydı;
2) İkinci ek maddenin gerçekte ne anlama geldiğini konuşmak zorundaydık;
3) Amerika’da silahlı şiddetin gerçek Yaşam üzerindeki etkisi konusunda medyayı eğitmek zorundaydık.
Fakat bu üçüncüsü giderek en önemli görev haline geldi. Önünde sonunda geçtiğimiz diğer yasalar gibi eğer brady Bill’i de geçirdiğimiz takdirde bunun Amerika’nın şiddetinin aşağı çekildiğini görmeye başladığına inanmak için sebep teşkil edeceğine inanmak için nedenlerimiz olduğunu söylüyorduk. Şimdi anımsıyorum, insanların şiddetin ABD’de bir problem olduğuna inandıkları bir toplumda bunun asla durdurulmayacağını söylüyorduk. Bu öylesine karmaşık ve güç bir problemdi ki tam olarak tanımlayamıyorduk bile. Ve silahlanmanın kontrolüne ilişkin hareket tamamiyle umutsuz bir hareketti, çünkü politikacılar bizim karşımızdaydı. Gerek kongre’de gerekse Beyaz Saray’da olağanüstü bir politik gücü bulunan yoğun biçimde finanse edilmiş oldukça geniş bir kesim Ulusal Silah Birliğini, yani NRA’yı destekliyordu. Biz ülkeyi dolaşarak basın sektöründe çalışan insanlarla konuştuk. Çok sayıda gazeteci ile birlikte pek çok geziye çıktım, yayın kurulları ve muhabir grupları ile sadece İkinci Ek Madde konusunda değil silahlanma kontrolü konusunda da toplantılar yaptım. Daha sonra medyada büyük bir kaplaşma olduğunu gördük.
Eğlence Medyası eğlence programlarının içinde çok sayıda şiddet içerikli yayın koymaya devam ederken, haber medyası, yaptığımız ve yapmaya çalıştığımız şeyler ve ikinci Ek maddenin aslında ne olduğu konusunda daha gerçekçi haberler yayınlanmaya başladı. Ancak hala karşımızda büyük çok büyük bir politik engel vardı. Çünkü medyada ne kadar gelirim yaratırsak ne kadar ilgi çekersek çekelim işin politik tarafı ile karşı karşıyaydık; işin politik tarafı ile yanı NRA ile mücadele etmek, medya konusunda çalışma yürütmekten çok daha zor çok daha zor bir görevdi. Aslında sonuç olarak medyanın tümü ABD’nin çoğu bölgelerinde Brady Bill’i destekler hale gelmişti ve Brady Bill bir kişinin silah satın almadan önce özgeçmişini belgesini gerektiriyordu. sonuç olarak, Kongre’de çok fazla muhalefetle karşılaştığımız ve medyanın ilgisini çekmek gerektiğini anladığımız için, ülkenin gündelik gündemine bu tartışmayı sokmak amacıyla ABD çapında çok sayıda, yoğun ve gürültülü kampanyalar başlatmaya karar verdik. Bunu nasıl yaptık? Bölgesel düzeyde,vatandaşlardan kurulu yürüyüş grupları oluşturduk.
Destek bulabildiğimiz bütün küçük kasabalarda, tüm şehirlerde, kısaca destekçilerin olduğu her yerde silahlanmaya karşı eylem grupları oluşturduk. Ve silahlanma kontrolünün hikayesinin, gerçek hikayesinin, basında yer alması için onlarla çalıştık. Çünkü hangi ülkede olursanız olun herkes bilir ki kamuoyunu harekete geçirmenin en iyi yollarından biri önce bilgilendirmek ve ardından mantıklı ve sağlam bir yol tutturmaktır. En son olarak da etkili bir eylem planına olan umudu yüksek seviyede tutmaktır.
İnanıyorum ki silahlanmanın kontrolü konusundaki mücadelede bizim yaptığımız işte tam da buydu. Bu mücadele bizim yaptığımız işte tam buydu. Bu mücadele bizim yaptığımız işte tam da buydu. Bu mücadele 1980’lerin sonlarına doğru, bir başka ifadeyle suç oranlarının yılda yıla daha yüksek seviyelere ulaşması ile birlikte giderek tırmanmaya başladı; suç oranı 1985 yılından 1990 yılına kadar gerçekten astronomik bir yükseliş gösterdi.
Sonunda insanlar bir şeyler yapılması gerektiğini haykırmaya başladılar. Hareketin ivme kazanma noktasının burası olduğunu, değişim talebinin gelmeye başladığını gördük. Bunun üzerine çok spesifik kampanyalar başlattık. Hareketi 1990 yılında Brandy Bill’i onaylayacak alt organ olan ABD temsilciler meclisine taşıdık. Sorun o zamanki Demokrat Parti Liderliğinin bizi desteklememesiydi ve Demokrat Parti Kongre’deki tartışmaların kontrolü elinde bulunduruyordu.
Bu yüzden yasa tasarısı için tek bir oy bile alamadık. Bundan sonra daha direk bir mücadele yoluna başvurduk, hareketi doğrudan demokrat parti liderliğine karşı yönlendirdik. Parti en sonunda silahlanmanın kontrolünü desteklemeye başladı. Bunu basına giderek basın toplantıları düzenleyerek, Amerika’nın insanına Eğer amerikan haklı buna kafasında karar vermişse Kongre’nin yapacağı bir tek şey vardı; diyerek başladık Meclis başkanının Temsilciler Meclisi sözcüsünün numarasını vermek zorunda kaldılar.
Basın başlangıçta bizim Meclis sözcüsüne karşı böylesine direkt bir hareket başlatmamıza çok şaşırdı. Katıldığım basın toplantılarından birinde şöyle söyledim, "Eğer bu ülkede silahlanmanın kontrol altına alınmasını istiyorsanız bu numarayı arayın ve sözcü’nün telefon numarasını alın. Ertesi gün çok sayıda büyük gazete yazdığım yazıda "Bu ülkede silahlanma kontrolünü istiyorsanız bu numarayı arayın" dedim. Amerikan halkına basın aracılığıyla, çok spesifik eylemlerle çok kesin mesajlarla ulaştığınız takdirde tartışmanın giderek daha fazla sayıda insanı içine aldığını ve yaygınlaştığını farkettik.
Bunun üzerine çok ileri gittik ve nihayet Brady Bill’i Temsilciler Meclisine soktuk. Fakat ABD’de bir yasa tasarısını kongre’nin iki temsilcisinden de geçirmek zorundasınız. Önce temsilciler Meclisine sonra da ABD Senatosu’na götürmek durumundasınız. Önce temsilciler Meclisine sonra da ABD Temsilciler Meclisine sonra da ABD Senatosu’na götürmek durumundasınız. Ancak bir yasayı ABD Temsilciler Meclisi’nde geçirmek ne kadar zorsa, ABD Senato’sunda geçirmek de o kadar karmaşık bir işlemdir. Çünkü ikisi arasında Cumhuriyetci Parti Başkanı Bush ile Cumhuriyetçi Senato arasında sıkı bir ilişki vardır. Bundan sonra olan şey şuydu, oluşturduğumuz Brady Bill çok daha geniş bir suç yasasının içine dahil edildi ve bu suç yasası politik olarak çok işlenmişti, çünkü suç konusu ABD’de güçlü bir seçim malzemesiydi.
Bu suç yasası baskılandı asla oylamaya tabi tutulmadı böylelikle parti liderliği bize tamam Brady Bill’i geçireceğiz fakat bu yasa suç yasasının bir parçası ve bu suç yasasını geçiremiyoruz diyebilirdi. Aslında liderlik suç yasasını geçirmeye çalışıyordu, çünkü Brady Bill’i geçirmek istemiyordu. Çünkü geçirmeleri için Brady Bill’in temsilciler meclisi veya Senato üyelerinin politik desteği yitirmemelerini değil kazanmalarını sağlayacak çekici unsurlar olmak zorundaydı. Peki bunu nasıl başardık? Bu amaca yönelik Amerikan halkının oluşturduğu tarafsız ve objektif kurumlar tarafından gerçekleştirilen anketler hazırlamaya başladık.
Bu anketlerde ilişkin desteğin olağanüstü yüksek olduğunu brady Bill destekleyen insanlarının oranının zaman zaman yüzde 75’lere ulaştığını gördük silahlanmanın kontrolüne ilişkin halkın desteklediği çok sayıda önlemi size göstermek isterdim bunda sonra söz konusu politik desteği senatoya ve daha önemlisi beyaz saray a taşımak durumunda kaldık, yıl 1992 idi.
Ve biz başkanlık seçimi ile karşı karşıyaydık; Brandy Bill ise suç yasasının içinde gözlerden uzak tutulmuş bir haldeydi.o zaman silahlanmanın kontrolü üzerine bir tartışma başlattığınız taktirde başkanları suç kontrolünün yanısıra silahlanmanın kontrolü konusunda da konuşturabileceğimizi düşündük.
Benim düşünceme göre silahlanmanın kontrolü suç kontrolünün önemli bir parçasını oluşturuyor. Elbette başlı başına bir suç kontrolü demek değil. Ama en önemli parçası bu konuyu bir şekilde başkanlık tartışmasının içine yerleştirmek zorundaydık. Şimdi biliyorum ki diğer devletlerde olduğu gibi ABD’de de eğer bir seçim varsa, basın yoluyla halka bir mesaj iletmek çok zor çünkü gazetelerin sayfaları adayların söyledikleri ile dolu oluyor. Diğer konularda insanların neler söylediklerine çok az yer veriliyor. Bu yüzden basının ilgisini çekmek için yollar bulmak zorundaydık bunu seçilen yöntemin mesaj vermek olduğunu belirtmek için söylüyorum.
Bundan sonra bir sürü şey yapmaya başladık. Olağanüstü sayıda eylemci örgütleyerek, belirli resmi dairelerin önünde nöbet tutmalarını ve belirli devlet görevlilerine silahlanma kontrolünü destekleyip desteklemediklerini sormalarını istedik basın bu eylemi haber aldı ve bu nöbet eylemlerine yer vermeye başladı. Gece haberlerinde ve yazılı basında yer edinmeye başladık bundan sonra başkan Bush ve vali Clinton ’a ulaşmaya çalıştık; ardından demokrat kanat silahlanmanın kontrolü konusunda konuşmaya başladı; daha önce vali Clinton ve ekibi ile görüşmeler yapmıştık ve bizi desteklediklerini biliyorduk.
Daha sonra Brandy Bill’i ön plana çıkardığımız bir kampanya başlattık.bu kampanyanın sloganı Brandy Bill’i suç yasasının içinden çıkarın biçimindeydi ve basın ne demek istediğimizi hemen anladı.biz kampanyayı başlattık: hemen ardından vali Clinton mülkiyet duygusunun çok güçlü olduğu Amerika’daki silahlarla ilgili pek çok folklorik öğenin kaynağını aldığı vahşi batının son temsilcisi olarak düşünülen bir eyalet olan Teksas’ta bir basın toplantısı düzenledi. Evet. Teksas’ta bir basın toplantısı düzenledi.
Ve Brandy Bill,in sonuna kadar arkasında olduğunu bunu yanısıra yarı otomatik suikast silahlarının da karşısında olduğunu belirtti. İlk kez bir başkan adayı silahlanmanın kontrolüne destek veriyordu. Ve başkan Bush silahlanmanın kontrolüne izin vermediği için vali Clinton başkanlık tartışmasına bu konuyu çok rahat bir biçimde sokabiliyordu. Bu durum konuya olağanüstü bir ilgi duyulmasına ve ulusal çapta televizyonlarda iki aday arasında büyük bir tartışma yaşanmasına neden oldu. Gazeteciler tarafından vali Clinton ve başkan Bush’a sorulan ilk sorular şunlardı; "Brady Bill’i destekliyor musunuz? Yarı otomatik silahların yasaklanmasını destekliyor musunuz artık ulusal çapta bir tartışmanın içindeydik.
Sonunda başkan Clinton seçimi kazandığında öncelikli olarak Brady Bill’i geçireceğini yasaya gereken politik ivmeyi kazandıracağını söyledi. 1992 ve 1993 yılları boyunca ülke çapında kazanmış olağanüstü politik ivmenin ışığında çalıştık, çünkü tansiyon çok yüksekti ve kimse kimin kazanacağını bilmiyordu. Sonunda NRA’yı alt ettik ve hem temsilciler meclisi hem de ABD senatosunda zaman kazanacağımızı gösterdik. Nihayet başkan Clinton olağanüstü bir destekle Beyaz Sarayın anlaşma odasında Brady Bill ’i imzaladı. Bu aşamada durmak istemedik çünkü işin henüz bittiğini düşünmedik çünkü işin henüz bittiğini düşünmedik.
Tüm Amerika çapında ve medyada olağanüstü bir politik kazanım elde ettiğimizi ve son darbeyi vurmanın yani yarı otomatik suikast silahlarını yasaklamanın tam zamanı olduğunu düşündük. Yarı otomatik silahlar nispeten küçük kolay değiştirilebilen 32 -64 kalibrelik namluları olan hafif bir parmak darbesi ile ateşlenebilen tetiği çekme hızında çalışabilen silahlardır. Yapılan araştırmalara göre işlenen suçlara bu silahlar giderek daha yüksek oranlarda tercih edilmektedir. Peki neden bu silahlar hızlıdır, görünümleri çok çok korkutucudur, fiyatları çok ucuzdur ve çeşitli kalibrelerde olabilirler.
İşlenen suçlarda kullanılan başlıca iki tip silah vardır yarı otomatik suikast silahları ve bizim Cumartesi gecesi spesiali diye adlandırdığımız küçük revolverler. Beyaz saraya gittik ve suikast silahlarını da yasaklamak istediğimizi Brady Bill’de yakaladığımız ivmeyi devam ettirmekte istediğimizi açıkladık. Yeniden NRA’ya cephe kazanım elde ettiğimizi ve son darbeyi vurmanın yani yarı otomatik Aldık. Arkamızda Beyaz Saray’ın güçlü ve kararlı desteği vardı. Böylece sadece iki aleyhte oyla yasayı geçirdik ve NRA’yı ikinci kez alt etmiş olduk.
Daha sonra tüm politikacılara silahlanmanın kontrolü yönünde oy vermenin politik açıdan oldukça olumlu bir karar olduğunu göstermeye çalıştık. Bu yasaların çıkma aşamasında bir yandan da basın aracılığıyla şunu söylüyorduk : "şimdi bizi bir teste tabi tutmanızı istiyoruz :bu yasaları değerlendirmenizi ve işleyip işlemediğinizi görmenizi istiyoruz".aslında yasaların işleyeceğinden çok emindik. Çünkü bu yasaların işleyip işlemediğine ilişkin kongreye rapor verilmesi yönünde bir kararname çıkarmıştık bu konuda en önemli faktörlerden biri, bence halk adına bir takım düzenlemeleri savunan herkesin göz önünde bulundurması gereken şey savunduğu politikanın etkili olup olmadığını gözlemektir. Bir süre sonra adalet departmanı Brady Bill ile ilgili verileri toplamaya başladı ve Brandy Bill’in uygulandığı ilk yıl yasa dışı silah taşıdığı için yakalanan kişilerin sayısı astronomik rakamlara ulaştı. İkinci, üçüncü ve dördüncü yıl yasadışı silah taşıyanların sayısı azalmaya devam etti ve ilginç bir biçimde silahla işlenen suçların ve şiddet suçlarının oranında yeterli bir azalma sağlandı ; aynısı suikast silahları içinde geçerliydi. Suikast silahları konusunda elde ettiğimiz verilerde, bu silahların işlenen suçlarda görünme oranının-ki bu oran daha önce diğer silahların iki katıydı-, evet bu silahlarla suç işleme oranının da azaldığını gördük. Bu silahların sokaktaki satış fiyatını izledik ve illegal fiyatın yükselmeye başladığını, bir başka deyişle bu silahları yasadışı yollarla elde etmenin giderek zorlaştığını gördük.
Böylece etkili bir politika izlediğimizi göstermiş olduk. Bu noktadan sonra, sözünü ettiğim konu ile çok yakından ilişkili bir konuda yasal bir girişimde bulunduk. Bu girişim çerçevesinde tüm silahları emniyet denen mekanizmaya sahip olması gerektiğini savunduk. Bu konu üzerinde biraz durmama ve birtakım yorumlarda bulunmama izin verin. Silah mülkiyeti oranının çok yüksek olduğu pek çok ülke var ve ABD de bunlardan biri. ABD’deki evlerin yarısına yakınında silah bulunduğu, hatta birden fazla silah bulunduğu bildirilmektedir. Bizim açımızdan konu silahları yasaklamak veya yasaklamamak biçiminde basite indirgenemez. ABD’de bizim açımızdan önemli olan tartışma konusu, insanların silah satın alma koşullarının kontrolü ve eşit derecede önemli olmak üzere silah saklama koşullarının kontrol edilmesidir.
Günümüzde ABD’de her gün 15 çocuk tabancalara kurban verilmektedir ve bunların önemli bir bölümü kaza veya intihardır : cinayet değildir. Sık karşılaşılan bir durum çocukların anne-babalarına ait silahları evde bulmaları ve bunu tahmin edilen korkunç olayların izlemesidir. Size ailelerin çocuklarını kaybetmeleri ile ilgili bir sürü korkunç hikaye anlatabilirim: söylemek istediğim bunun herkesin başına gelebileceği. Bu olayların bir kısmı cinayettir. Fakat çok önemli bir bölümü kazadır.
Söz konusu trajik durumla ilgili en çarpıcı şeyde bunun bizler tarafından önlenebilir bir durum olmasıdır. Çünkü eğer tüm silahlarda otomatik olarak devreye giren, sadece sahibi tarafından açılabilen bir emniyet sistemi, bir kilitleme sistemi olsaydı, çocuklar bu silahları buldukları zaman ateşleyemezlerdi. Bu konu ile ilgili düzenlemeyi şu anda 15 eyalette çıkarmış bulunuyoruz. Şimdi biraz bilgi vermeme izin verin. Kilit sistemi ile ilgili yasayı geçirdiğimiz 15 eyalette çocukların karıştığı silahlı kaza olaylarının oranı %26’ya inmiştir; bir başka deyişle bir çok çocuk yaşamını sürdürmektedir. Sözü edilen kilitleme cihazları daha yaygın kullanıldıkça bu oran da daha aşağılara düşecektir. Sonuç olarak bir mesaj vermem gerekirse, şiddet oranının olağanüstü rakamlara ulaştığı bir ülkede bile umutsuzluğa kapılmak için hiçbir neden yoktur.
Yapılacak şey varolan durumu kabul etmek, en etkili mücadele yollarını bulmak ve bunları uygulamaktır. Tekrar söylüyorum. Burada anlattığım Amerika örneğinden çıkarılarak mesaj şudur : Şiddet gibi önemli ve büyük bir sorun, ne kadar karmaşık ve altından kalkılamaz görünürse görünsün, aslında çözülebilir ve aslında çok düşük seviyelere indirgenebilir. Şu anda ABD’de ulaştığımız şiddet oranları 1960’lardan beri gözlenen en düşük orandır : bu yıl bittiğinde işlenen cinayetlerin sayısı 1958 yılından bu yana gözlenen en düşük rakama ulaşacaktır. Çeşitli yollar deneyerek o sokaklarda korkusuzca yürüyebildiğimiz eski iyi günlere doğru dönüş yaptık : bunu ABD için söyleyebilirim.
Bir sürü mücadele yönteminden bir harman, kombinasyon oluşturduk : bunların bazıları yasal değildi, bazıları yasaldı :fakat önemli olan etkili politikaların geliştirilmesi ile basına mesaj verilmesi, bu politikaların politik güçlere yönlendirilmesi idi. Bu ABD’de yapıldı ve yapılmaya devam edilecek. Benzer bir başarının sizin ülkenizde de kazanılmasını ümit ediyorum. Çok teşekkür ederim.
-
Bayan Başkan,baylar,bayanlar,
Zamanımızın önemli meselelerinden birisini görüşmek üzere bu seçkin topluluğa beni davet ettiğiniz için UMUT Vakfına teşekkürlerimi sunarım. Silah kontrolü bütün dünyada ulusal ve uluslar arası düzeyde artış gösteren bir şekilde tartışılan bir meseledir. En önemli halk güvenliliği meselesi haline gelmiştir. Silah kontrolü yasal olan ve olmayan silahlar,suç,çelişkiler(conflict) ve para hakkındadır. Silah kontrolü demokrasi, yasaların hakimiyeti, medeni kanun reformu ve uluslar arası anlaşmalar gereğidir. Hepsinden önemlisi o güç azınlık menfaatini de kapsamaktadır.
Fakat bizler burada basın kuruluşlarının silah kontrolü üzerindeki rolü üzerinde konuşacağımız ve ilk olarak sizlere özellikle son ikibuçuk yıl içinde İngiltere’de neler olduğu hakkında fikir vermeye çalışaçağım ve daha sonra silah kontrolü yasası reformuna yönelik kampanyalarımızdan aldığımız derslerden bahsedeceğim.
Biz, Birleşik Krallık’da son 11 yıl içerisinde ayrı ayrı ve beraberce milletin vicdanını sarsan iki vahşi (dreadful) katliam yaşadık. 1987’de,huzurlu bir yer olan Hungerfold’da önceden yasalara saygılı bir adam çıldırarak 16 kişiyi öldürdü ve 15 kişiyi yaraladı. Sonrasında, Dunblane’de 1996’da çoğunuzun hatırlayacağı gibi, kendi sözleriyle silahları seven ve yetişkinlik çağını genç kişilerle birlikte çalışarak geçiren bir adam tarafından 16 öğrenci ve bir öğretmen öldürdü ve ayrıca 12 çocuk ve 3 öğretmen de yaralandı. Her iki kişinin de mevcut yasalar çerçevesinde silah bulundurma izinleri vardı.
Hongerford olayından sonra yasa ile ilgili bir çok değişik önerilmesine rağmen çok azı hayata geçirildi. Bazı yarı otomatik silahlar yasaklandı, ama önemlisi el silahları (tabancalarda) hiçbir şey yapılmadı. Eğer el silahları (tabancalar) 9 yıl öncesinde yasaklanmış olsaydı, Dunblane trajedisinin olup olmayacağını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Kamuoyunun öfke kızgınlığı, meydanın da etkisiyle olmayacağını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Kamuoyunun öfke ve kızgınlığı, medyanın da etkisiyle birlikte "Kartanesi Dilekçesi" ve Gun Control Network’ün (Silah Kontrol Ağı) kurulması, Şubat 1997’de Muhafazakar hükümeti büyük kalibreli el silahlarını yasaklamaya zorladı. Yeni işçi partisi idaresi Mayıs 1997’de iktidara geldikten sonra sözünü tutarak bu yılın başlarında tüm el silahları yasaklandı.
Dunblane’den sonra kampanyanın çok önemli bir noktası medyanın oybirliğiyle sağladığı destek olmuştur ve bu da kesin açık ve ısrarlı bir şekilde - el silahlarında tam bir yasaklama şeklinde gerçekleşmiştir. "Bizim sloganımız KARAR AL - EL SİLAHINI YASAKLA" şeklindeydi. Gazeteler konu hakkında uzun kampanyalar düzenlendi, TV istasyonları telefonla katılımcılı konuşma, programları araştırmalar, anketler tartışma programları ve görüşmeler gerçekleştirildi. Basın kuruluşları konularımızın üzerinde önemli durdular, bütün büyük medya kuruluşları basın konferansımızı izledi, bütün partilerden politikacılar bizi destekledi ve halkla ilişkiler ve reklam şirketleri bizim için prim temelli çatıştı (pro-bono) ve gündem böylece canlı tutuldu.
Bütün bu aktivitelerde kurban ailelerinin katılımı çok önemliydi. Onlar birer ikon oldular. Onların vakarlık ve öfkeleri tüm ülkede milyonlarca anne ve babaya ulaştı. Hungerford ve Dunblane trajedilerinin kurbanlarının ailelerini organizasyonumuza dahil etmemiz bize büyük bir güç ve saygınlık kazandırdı. Kurbanlara duyulan sempati ve saygının kamuoyundaki tesiri karşısında, silah lobisi bunu göğüslenmesi güç ve mesele olarak kabul etti.
Başlangıçtan itibaren, silah lobisi bütün zenginliğine ve "kuruluşla" (establishment) ortaklığına rağmen dezavantajlı konumdaydı. Savaş "David ve Goliath" mücadelesi olarak resmedildi. Paramız yoktu, fakat biz normal kişilerin, ateş etmeyenlerin ve büyük çoğunluğun görüşlerini temsil ediyorduk. Silah lobisi zengin, güçlü, bencil ve genel kamuoyundan uzak olarak anlaşıldı. Ateş etme, özellikle el silahı ile, çağdaş bir toplulukta uygunsuz bir spor olarak anlaşıldı. Ateş etme, özellikle el silahı ile çağdaş toplulukta uygunsuz bir spor olarak görüldü. Atış kulüpleri / dernekleri ortak bir strateji üzerinde anlaşmaya varamadılar ve bütün yasal düzenleme önerilerinin karşısında yer aldılar.
Onlar "Kama’nın (wedge) ince sonuma" korku ile bakıyorlardı ve el silahındaki yasağın tüm diğer silahlar üzerinde yasak ile takip edilmeyeceğini düşünüyorlardı. Atış kulüpleri problemin temelde yasa dışı yollardan elde edilen silahlarla ilgili olduğunu vurgulamak istediler, fakat bu onlar için zor bir argümandı, çünkü son iki trajedi yasal olarak sahiplenilen silahlarca işlenmişti.
Bütün dünyadan yorumcular İngilizce deyimlerinin eşsiz olduğunu ve başka bir yerde olmasının mümkün olmayacağını ifade ettiler. Ben şüphe duyarım. Biz dünyadaki en sıkı silah yasalarından birisine sahip olmamıza rağmen, Dunblane trajedisinin olduğu zaman tabanca ve satış sporunun ülkedeki en hızlı büyüyen spor dalı olduğunu vurgulamak isterim. ve atış sporunun ülkede en hızlı büyüyen kanıtı olarak ta o zaman atış kulüplerinde teklif edilen "pratik atış" ve "savaş atışı" deneyimlerini gösterebilirim. 40.000 kişinin ateşli silahlarla her sene öldürdüğü, hayalet Amerikan tarzı silah kültürünü meşrulaştırarak örnek olarak gösterilip, Amerika’nın yolundan bizim de gidemeyeceğimizi kamuoyuna söylemek zorundayız.
Bizim iç silah yasalarındaki reform sadece 200.000 el silahının toplandığını ve yok edildiğini ifade etmek değil, ayrıca ne tür bir sivil toplumda yaşamak istediğimiz hakkında verdiği açık mesaj acısından da önemliydi. Bildiri yapıldı, pozisyon alındı, silahlar özellikle "el silahları" tehlikelidir. Ve onlardan çok azı olursa bizler daha güvenilir bir ortamda olacağız.
Bu bildiri bir çok kişiye kendiliğinden doğru gözükmekle birlikte, savaş istatistikleri ve bu girişim etrafında hızla yükselmeye devam ediyor. Amerika’da atıcıların istatistiklerin sizin silah sahibi olmanız halinde, olmamanıza göre daha güvende olacağınızı kanıtlar gibi görünüyor. İngiltere’deki eşdeğerleri silah suçları ve silah bulundurma arasında kesin bir istatistiki kanıtın olmadığını ileri sürmektedirler. Fakat mantık onların bağlantısını sağlamaktadır. İstatistikler herhangi bir amaç için kullanılabilir ve bizler iç güdülerimize güvenmek zorundayız. Belki de 19 yy’da yaşamış Andrew Lang isimli bir İngiliz’den öğreneceğimiz bir şey vardır. "İstatistiğe sarhoş bir adamın sokak lambasını kullandığı gibi kullanıyor, aydınlatmadan ziyade destek için"
Şimdiye kadar, sadece Birleşik Krallık’taki silah yasalarını değiştirmeye yönelik deneyimimiz hakkında konuştum. Fakat bu silahların arzını ve yayılmamasını kontrol etmekte girişimin sadece bir yönüydü. Hepimiz biliyoruz ki silah kontrolü yalnız bir yasal değişikliği veya meseleden ibaret değildir. Hepimizin güvende olabilmesi için ülkeler silahların yasal ve yasa dışı trafiğini elbirliğiyle çalışmalıdırlar.
Bunun bir örneği 98 Haziran’ında kabul edilen ve hükümetler arasında silahların transferini sınırlayan Avrupa Birliği silah satışları yasası’ndaki gelişmede görebiliriz.
Bu yasa zayıf insan hakları kayıtlarına sahip hükümetlere silahların erişimini sınırlamak üzere çıkartılmış tır. Ayrıca bu hükümetlerdeki devlet kuruluşlarınca yanlış amaçla kullanılabilir veya başka bir ülkeye saldırı amaçlı kullana bilir.
Bu bağlan da silah ticareti üzerindeki giz perdesinin kaldırılmasının önemini değinmek isterim.ve bu noktada medyanın rolü çok büyüktür. Birleşik Krallık’ta Yeni İşçi Partisi’nin "etik" dış politikası kapsamında görünürde karşısında olduğu, Sierra Leone ve Filipinler’e yapılan son silah transferlerini, soruşturan medyaydı. Ayrıca Irak ve Suudi Arabistan’a yapılan silah satışlarında da medya vardı. Bizler şeffaflık ve kabul edilebilirlik için hem ulusal hem de uluslar arası düzeyde kampanyaya devam etmek zorundayız.
Yasadışı silahlar söz konusu olduğunda, b,r,s, bunun sadece etkin bir yasal mücadelenin konusu olduğunu söyleyebilir. Fakat yapılabilecek bundan daha fazla bir şey vardır ki, eğer ülkeler birlikte çalışırsa silahların yasa dışı trafiği durdurulabilir. Bu durum, birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve A.B.D’ce ve uluslar arası gruplarca tanınmıştır. Bütün bu fora içinde uluslar arası işbirliği yasa dışı silahların transferlerinin tabiiki bu kontroldeki gereklilik hakkında yoğun tartışmalar olmuştur. Hatta bazı anlaşmalar da olmuştur. Bildiriler imzalanmış, konvansiyonlar çizilmiş ve iyi dilekler temenni edilmiştir. İlerleme yavaş olmakla birlikte bir ilerlemedir.
İlerlemenin kaydedildiği bir başka alan ise, çatışmalar sonrası askeri elden sivillere geçmiş olan silah fazlalarının toplanması ve yok edilmesidir.
Karayolları kampanyasının başarısına müteakip, Amnesty (Uluslar arası Af Örgütü), save The Children (Çocukları Koru), Oxfam; ve diğerlerinden oluşan uluslar arası hükümet dışı organizasyonların oluşturduğu bir konsorsiyum, özellikle üçüncü dünya ülkesine yönelik silahların tedarik ve yayılmasını azaltmada beraber çalışmaya başladılar.
Fakat emin olmamız gereken bir nokta vardır; ve yok edilen silahların yerinin yeni bir sevkiyatla doldurularak üretici ülkeye kar sağlaması ve karşıdakine de ölüm getirmesi. Bilindiği üzere silah endüstrisinin kontrolünü sağlamaya, endüstrinin büyümesinde siyasi ve ekonomik çıkarı olanlarca şiddetle karşı koyulacaktır.
Türkiye’ye gelişsek, devlet bütçesinin yaklaşık % 20’sinin askeri harcamalara gittiğini biliyoruz. Sizin hükümetiniz aynı zamanda, gelecek 10 yılda yaklaşık 31 Milyar $ lık toplu bir modernizasyon programı başlattı ve bu gelecek 25-30 yılda 150 Milyar $ ı bulacaktır. Bunun Türk halkını, daha fazla veya az güvende hissetmesini sağlayacağını merakı ederim.
Satın alınan silahların büyük bir kısmı tedarik eden Birleşik Krallık Bu modernizasyon programındaki büyük oyunculardan biridir. Son haftalarda 1 milyon tüfeğin tedarik anlaşması iki ülke arasında imzalandı. Birisi silahların nereye gideceğini sormalıdır. Silahlar yok edilecek mi ya da sivil ellere mi geçecek. Sabanlık’ta (Ploughshares) eritildiklerinin ve ülkemizde ya da başka bir yerde silahlanma olarak görülmeyeceğini umut ederim.
Şu ana kadar silah kontrolünün arz tedarik kısmı üzerinde yoğunlaştık fakat talep kısmı ne alemde acaba? Bizler şiddetin köklü nedenleriyle nasıl mücadele edeceğiz ve bireyler ile hükümetlerin silahlara sahip olması ve kullanmalarını nasıl azaltacağız. Bu konularda UMUT Vakfının yıllardır uğraştığı ve bu alanda çıkardıkları mükemmel işi alkışlıyorum. Şiddet olmayan normların tesisi herhangi bir toplum için varılacak son noktadır. Çoğu insan bunun mümkün olmayacağını söyleyebilir ve belki de öyledir, ama denemek zorundayız. Kesinlikle, eğer herhangi bir şey yapmaz isek, her şey çoki daha kötüye gidecektir.
Sözlerime Silah Kontrol Ağı’nın 4 temel ilkesini söyleyerek son veriyorum:
I. Herhangi bir ülke ya da topluluktaki silah şiddet yasal yasadışı silahların mevcudiyeti ile doğrudan ilgilidir.
II. Silah sahipliği bir imtiyazdır, hak değildir.
III. Hükümetlerce sınırlanmak üzere pozitif tedbirler alındığı müddetçe, silah kültürü büyüyecek ve kamu güvenliğini tehdit edecektir.
IV. Silah kontrolü ülkelerin beraber çalıştığı ortamda daha etkin olacaktır.
Burada sizinle çalışmaktan dolayı çok memnun olduğumu ifade eder ve beni davet ettiğiniz için teşekkür ederim.
-
Umut Vakfı’nın ana amacı yurdumuzda ve bölgemizde hukuk devletine olan inancın pekişmesini sağlamaya yardımcı olmaktır. Bu amaç çerçevesinde, yurdumuzda korkutucu bir hızla artan bireysel silahlanmaya dikkat çekmek; silah bulundurma gereksiniminin nedenlerini araştırmak; bu konuda yurttaşlarımızı bilinçlendirmek üzere "Bireysel Silahsızlanmada Medyanın Rolü" Arama Konferansı 28 Eylül 1998 tarihinde İstanbul Dedeman Oteli’nde düzenlenmiştir.
Umut Vakfı kurulduğundan bu yana ulusal ve uluslararası düzeyde barışa katkıda bulunmakta, çalışmaları ile barışçıl uzlaşma yöntemlerinin sadece Türkiye’de değil, Avrupa ve Orta Doğu’da tanıtılmasında, öğretilip uygulanmasında öncülük etmektedir.
Yurdumuzda bilinçsizce silah kullanma yüzünden birçok kişinin yaralandığı veya hayatını kaybettiği basınımızın olağan haberleri arasındadır. Bireysel silahlanma yalnızca masum kişilere zarar vermekle kalmayıp, yasa dışı güçleri palazlandırmakta, şiddete yatkın grupların oluşmasına yardımcı olmaktadır.
Bu yıl "Bireysel Silahsızlanma" gününde bireysel silahsızlanmada medyanın rolünü irdelemek istedik. Toplantı İstanbul Dedeman Otel’de saat 13:30’da açılış konuşmasıyla başladı ve birinci kısmında bireysel silahlanma ülkeler için ulusal bir sorun olmaktan çıkmış, uluslararası boyutlar kazanmış olduğu için, ilk olarak, bireysel silah satışının uluslararası trafiği ve etkileri irdelendi.
Bu konu Dışişleri Bakanlığı’mız Uluslararası Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı mensubu Sn. Ali Kaan Orbay tarafından ele alındı, Birleşmiş Milletlerin çalışmaları dahil, konunun global yapısı anlatıldı.
Bundan sonra, değişik ülkelerin konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarının bireysel silahsızlanma alanında yaptığı çalışmalar bu kuruluşların yetkili kişileri tarafından anlatıldı.
Konuşmacılardan Richard Aborn Amerikadaki durumu anlatacak. Aborn New York’ta savcı yardımcılığı yaptığı sırada edindiği deneyimle "Silahlı Şiddeti Önleme Merkezi" adlı kuruluşun başkanlığını yapmış, silah bulundurmanın istenmedik sonuçlarını sergileyen "Riskleri Açıkça Konuşmak" isimli eğitim programını başlatmıştır.
28 Eylül 1998 tarihinde ise çok sayıda medya mensubunun da katılımıyla bir arama konferansı düzenlenmiştir. Konferansın birinci bölümünde konuk konuşmacılar tarafından çeşitli bilgiler verilmiştir. Umut Vakfı Kurucu Başkanı Sayın Nazire Dedeman’ın açış konuşmasında vurguladığı sayısal veriler Türkiye’de bireysel silahlanmanın nasıl bir hızla yol aldığını sergilemiştir. Sayın Dedeman şöyle demiştir: "Türkiye’de son 8 yılda satılan silah sayısı %358 oranında artış göstermiş. Yine ülkemizde, son 10 yılda sadece polis bölgelerinde ele geçirilen ruhsatsız silah sayısı, 95 114. 1987 yılına göre ele geçirilen silah sayısı 1996’da %612 artışla gerçekleşmiş. Bu verilere jandarma bölgeleri dahil değildir.Bilindiği gibi bu silahlar tekrar satışa sunulmaktadır."
Daha sonra ise konuk konuşmacılar kurumlarınıın ve kuruluşlarının bu alanda yaptıkları çalışmalar konusunda bilgi vermişlerdir:
Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı mensubu Sayın Ali Kaan Orbay silahsızlanmada küçük ve hafif silahlarla ilgili Türkiye’nin de destek olduğu uluslararası etkinlikler hakkında bilgi vermiştir. Orbay’ın konuşmasında belirttiği üzere yapılan araştırmalar, 1989 - 1995 yılları arasında dünyada patlak veren 96 çatışmadan 91’inin çoğunlukla etnik nedenlere dayalı iç savaşlar olduğunu, bu savaşlarda genelde hafif ve küçük silahlar olarak tabir edebileceğimiz sistemlerin kullanıldığını, çatışmalardan zarar gören insanların yüzde 90’ını sivillerin oluşturduğunu, bunların da yüzde 85’inin çocuklar ve kadınlar olduğunu göstermiştir. Bu tablonun vehameti, küçük ve hafif silahların denetimi konusunun 90’lı yılların başından itibaren BM’in gündemine girmesine ve bu alanda BM’nin liderlik rolü üstlenmesine yol açmıştır. BM çerçevesinde sürdürülen faaliyetlerin yanısıra, küçük ve hafif silahların denetimi konusunda değişik ülkelerin iinisiyatifiyle de seminer ve toplantılar düzenlenmektedir. (Norveç tarafından 13-14 Temmuz 1998 tarihinde Oslo’da 21 ülkenin katılımıyla bir konferans düzenlenmiştir.)
Küresel silah ticaretinin %80’inin AGİT ülkelerinden kaynaklanması ve önde gelen silah satıcısı ülkelerin büyük çoğunluğunun AGİT üyesi olması nedeniyle bu alandaki çalışmalarda AGİT’in özel bir sorumluluğu olduğu inancıyla Türkiye’nin bu konudaki çalışmalarda etkin rol oynadığı ve bundan sonra da bu alanda yapılacak çalışmalara destek vermeye devam edeceği belirtilmiştir.
Daha sonra ise değişik ülkelerin konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarının bireysel silahsızlanma alanında yaptıkları çalışmalar kuruluşların yetkili kişileri tarafından anlatılmıştır. Amerika’daki "Silahlı Şiddeti Önleme Merkezi" adlı kuruluşun başkanlığını yapmış olan Sayın Richard Aborn, New York’ta savcı yardımcılığı yaptığı sırada edindiği deneyimlerini, ABD’de bireysel silahsızlanma konusunda "Brady Bill" adıyla anılan yasanın çıkartılması için verilen ve yedi yıl süren uzun ve zorlu mücadeleyi anlatmıştır. Aborn 1985 yılında bireysel silahsızlanma konusundaki mücadeleye başladığında ABD’de hergün 60 kişinin tabanca kurşunuyla, 103 kişinin ise uzun namlulu silah kurşunuyla hayatını kaybettiğini söylemiştir. ABD’nin bazı eyeletlerinde silah sahibi olmanın hiç bir denetime tabi olmaması bazılarında ise tam tersine silah almanın yasak olması, kaçak yollara başvurulmasına neden olumuştur. "Brady Bill" adıyla bilinen yasa ise ulusal boyutta silah denetimi yapılmasını öngörmekteydi. Yasa, silah sahibi olmak isteyenlerin belli bir süreç sonunda silah ruhsatı almasını sağlamış, her aklına gelenin o anda eline silah almasını engellemiştir.
Aborn, medyanın bu süreçte oynadığı rolü anlatırken ise medyanın, eğlence medyası ve haber medyası olarak ikiye ayrıldığını, eğlence medyasında çok ve çeşitli şiddet olaylarının sergilendiğini söyledi. Yapılan bazı araştırmalar bir çocuğun yedi yaşından önce televizyon karşısında 5000 saat geçirdiğini, bu 5000 saat süresince pek çoğunun tabancayla işlendiği 50 000 şiddet olayını izlediğini ortaya koymuştu. Bu ise çocukların eğlence için şiddetle gerçek şiddeti birbirinden ayıramamasına neden olmaktadır. Bu mücadele sırasında karşılaştıkları bir başka zorluk ise ABD anayasasındaki silah bulundurmanın en doğal yaşama hakkı olduğu yani ’II. Amendment’ (İkinci Yasa Değişikliği idi. Bu nedenlerle medya ile şöyle bir yol izlenmişti:1) Bir taraftan şiddet olaylarının sergilenmemesi için görüşmeler yapmak, 2) ’II. Amendment’ gerçeğini medyaya anlatmak, 3) Şiddetin gerçek hayata etkileri konusunda medya mensuplarını eğitmek. İşte bu yedi yıllık süre içerisinde medyanın değişen tutumu kamuoyunun bilgilendirilmesine ve poliitikacılar üzerinde baskı yapılmasına yol açmıştır.
Avustralya Silah Denetimi, 1988 yılında belirlediği şu amaçları çerçevesinde çalışmalarını yürütmüştür:
1. Avustralya’daki silahlanma sorununu tarafsız olarak değerlendirecek, gözden geçirecek ve çözüm önerileri getirecek, silah kanunu çıkartılması için bilgi, çalışma ve istatistiklerin bir arada toplanacağı ve ayıklanacağı bir veri bankası gibi çalışacak bir Ulusal Silah Otoritesi oluşturulmalıdır.
2. Avustralya Eyaletleri ve Bölge Valiliklerinin silah sahibi olmak isteyenlere uygulayacağı minimum eğitim standartlarını oluşturmasını istiyoruz. Bunlara göre silah sahibi olabilmek için haftada iki saatten 20 hafta sürecek kurslar düzenlenmeli ve kurs bitiminde hem yazılı hem de uygulamalı sınavları geçtikten sonra ruhsat verilmelidir. Ruhsatlar, her iki yılda bir yapılacak bilgi tazeleme kurslarından sonra yenilenmelidir.
Aynı, ABD’de olduğu gibi eyaletler arasında ulusal bir denetleme yasası çıkartılması için mücadele verilmiş, medya ile ortak çalışmalar yapılmış, başarılı bir kampanya sonucunda silahlar toplanmıştır. Kamuoyunu bilgilendirme amacıyla bugünedek 12 kitap bastırılmıştır. Ayrıca Avustralya Silah Denetimi, okullara yönelik eğitim uygulamalarını da sürdürmektedir.
Dördüncü konuşmacımız, Sayın Gill Marshall Andrews ise İngiltere’deki "Silah Denetimi Ağı" adlı kuruluşun başkanıdır. On yıllık bir mücadele sonunda geçen yıl İngiltere’de kanunlaşan bireysel silah bulundurmayı yasaklayan yasanın çıkması için İngiltere sivil toplum kuruluşlarını örgütlemiş olan bu kuruluş bu yolla kamuoyu oluşturmada çok başarılı olmuştur. Andrews yasanın çıkması konusunda gösterilen çabaları ve daha sonra silah alım satımını izleme ve böylece yasanın uygulanmasındaki denetim görevini de üstlendiklerini belirtmiştir. Bu çalışmalar sırasında İstatistiklere çok önem verdiklerini belirten Andrews, "İstatistikleri değerlendirirken nerede olduğumuza değil nereye doğru gittiğimize baktık ve önlem almaya çalıştık." demiştir.
Konferansın ikinci bölümünde ise katılımcılar tarafından konuşmacılara sorular yöneltilmiş, Türkiye’deki durum saptamasına, bu konudaki verilerin yetersizliğine, sivil toplum kuruluşlarının ve medyanın alması gereken önlemler ve yapabilecekleri ile ilgili öneriler dile getirilmiştir.
Medya mensuplarının kendi öz-eleştirilerini de yaptığı konferans sonunda ortaya çıkan önerileri şöyle sıralanabilir:
1. Silahsızlanma ya da şiddetten uzak durma ile ilgili haberlerin de ’rating’i yükseltecek ölçüde heyecan verici öyküler içerdiği konusunda yazılı ve görsel basının ikna edilmesi.
2. "Şiddet" unsurunun denetimi için önce "şiddet"in tanımlamasının çok açık bir biçimde yapılması.
3. RTÜK’ün, sık sık yaptığı gibi, kanalları kapatma kararı yerine kanallara ’kota’ uygulaması.
4. Bu konunun özellikle tutulan aile dizilerinde ele alınması.
5. Köşe yazarları arasında varılacak bir uzlaşma ile her yazarın yılda en az beş yazı yazması.
6. Üçüncü sayfa haberciliğinin geliştirilmesi ve bir kampanya haberciliği yapılması (haberin tüm safhalarıyla izlenmesi -bir kez yazılıp unutulmaması)
7. Bireysel silahsızlanma konusunda istatistiki bilgilerin sürekli izlenip, yenilenmesi ve basına bilgi verilmesi.
8. Elde edilen sayısal bilgiler değerlendirilirken "neredeyiz?" yerine "nereye doğru gidiyoruz?" sorusunun üzerinde durulması.
9. Belirli aralıklarla konuyla ilgili anketler düzenlenmesi ve yayınlanması.
10. Bu tür olaylarda ölen ya da yaralananların ailelerinin biraraya gelerek kamuoyu ve politikacıların dikkatini çekecek etkinlikler düzenlemesi.
11. Bu konuda başka bir konferans düzenlenmesi ve gazete sahiplerinin, hükümet yetkililerinin ve politikacıların da katılmasının sağlanması.
12. Avukatların, kriminoloji uzmanlarının, ve yasa çıkarma da etkili olabilecek diğer disipinlerin temsilcilerinden oluşacak "Ulusal Silah Denetimi" adlı bir birim kurulması.
13. Silahlı vak’aların haberlerde sunulurken özendirici olmaması.
14. Spor karşılaşmalarından sonra meydana gelen kazaların engellenmesi için spor takımları yöneticilerinin verdikleri demeçlerde ’silah kullanımını’ özendirici olmaması ve kınayan bir tutum sergilemesi alması.
15. Düğünlerdeki ’silah atışı’ kınanması, toplumun önde gelenleri böyle bir şey yapıyorsa teşhir edilip kınanması.
16. Silah ruhsatı almanın zorlaştırılması.
17. Basın ahlak yasasının yeniden ele alınması.
18. Umut Vakfı’nın "Silahı bırak!" kampanyası başlatması.
19. Silahsızlanma konusunda Dışişleri, İçişleri, ve diğer devlet kuruluşlarından bilgi talep edilmesi.
20. STK’lar tarafından elbirliği ile basına ve gazete yöneticilerine baskı yapması.
21. Medyada kadın yöneticilerin de olmasının desteklenmesi.
22. TV’lerle ilgili frekans tahsislerinin yapılması. Gerekli yasal düzenlemelerin ivedilikle yapılması ve şiddet unsuru içeren yayınların yasaklanması.
23. Tüketiciler olarak reklam verenlere baskı yapılması, şiddet yayınlayan kanallara reklam verilmemesinin sağlanması.
24. Umut Vakfının okullara yönelik bir çalışma başlatması. Silah denetimi konusunda okullarda konferanslar düzenlenmesi. Silah kültürü karşıtlığı eğitimin içine yerleştirilmelidir.
25. Evde silah bulundurulması gerekiyorsa kilitli bir yerde saklanmasının özendirilmesi.
26. Şiddet içeren yayınlara karşı yaptırımların daha etkili hale getirilmesi.
27. Radyolarla olumlu mesajlar verilmesi konusunda çalışmalar yapılması.
28. Genel yayın yönetmenlerine yönelik hizmet-içi eğitim programları düzenlenmesi.
29. Kampanya başarılı olup silahlar toplandığı zaman, silahların eritilip kamuya yararlı bir alanda kullanılması ve simgeleştirilmesi.
Konferansa Katılan Basın Mensupları :
1. Edip Emil Öymen, Millyet
2. Nail Güreli , Milliyet
3. Musa Ağacık, Milliyet
4. Aygül Özkaragöz, Radikal
5. Zeynep Atikkan, Hürriyet
6. Mehmet Ali Birand
7. Serpil Yılmaz, Sabah
8. Ruhat Mengi, Sabah
9. Metin Münir, Yeni Yüzyıl
10. Funda Özkan, Yeni Yüzyıl
11. Savaş Ay, Yeni Yüzyıl
12. Fikret İlkiz, Cumhuriyet
13. Zeki Kentel, Nokta
14. Gönül Çınar, Viva
15. Murat Atıl, ATV
16. Ferruh Doğan
17. Murat İnceoğlu, Çağdaş Gazeteciler Derneği
18. Füsun Özbilgen, Posta
19. Hüseyin Başusta, TRT
Arama Konferansından sonra Bireysel Silahsızlanma "Medyanın Barışa Katkısı" ödül töreni İstanbul Dedeman Oteli’nde gerçekleştirilmiştir.
Konferansın son bölümünde bireysel silahsızlanma konusuna katkıda bulunmuş olan konuşmacılarımıza, konuyu irdelemede öncülük eden ve aşağıda adı geçen medya mensuplarına Umut Vakfı Onur Plaketi sunulmuştur:
1. Ali Kırca - ATV
2. Barbaros Talu - Cine 5 Spor Servis Müdürü
3. Çiğdem Anat - EKO TV
4. Edip Emil Öymen - Milliyet
5. Haluk Şahin - Kanal D Haber Dairesi Başkanı
6. Nail Güreli - Milliyet
7. Şansal Büyüka - Show TV Spor Servisi Müdürü
8. Zülfü Livaneli - Milliyet
9. Murat Atıl - ATV
10. Savaş Ay - ATV
11. Kürşat Başar - Yeni Yüzyıl
12. Zeynep Atikkan Hürriyet
Konuşmacılar :
-
Değerli konuklarım, sevgili dostlarım,
28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü, bugün, Umut Vakfı’nın bu konu ile düzenlediği etkinliklerin dördüncüsüne hoş geldiniz. Bugün, o gün. Beş yıl önce bugün, oğlum Umut öldürüldü. Kaza denildi, cinayet denildi…
Olay Adli kollukça ve yetkili makamlarca saptırıldı, deliller yok edildi. İstanbul Adli Tıp Kurumu raporundaki "Yarı otomatik Browning tabacanın o şarlarda patlamasının mümkün olmadığına" ilişkin saptamaya rapmen, tedbirsizlik ve dikkatsizlikle ölüme sebebiyet vermek suçundan, sanığı, hepinizin bildiği gibi, netic oalrak 18.500.000.-TL ile cezalandırdı. Yargıtay da, "Şüheden sanık yararlanır" genel prensibinden hareketle bu cezayı onadı.
Böylece, hukuk devleti kuralları içersindeki adalet arayışımız hüsranla sonuçlandı. Bütün bu yargılama safahatından karşılaştığımız haksızlıkların, delillerin bizzet görevliler tarafından futursuzca karartılmış olmasını, bir yurttaş olarak içimize sindiremezdik. Sindiremedik de…
Hazırlık soruşturması ile birlikte deilleri karartarak, bir başka suçun oluşmasına neden olan görevliler hakkında, kamuoyu önünde yaptığım ihbar mahiyetindeki açıklamaların üzerine, yargının harekete geçmesini sağladım. Evet, yargı harekete geçmişti. Bu nasıl bir hareketse, sanık olması gereken görevliler yerine, kendimi sanık sandalyesinde buldum. Olsun, yeter ki gerçekler ortaya çıksındı. Ama geçen süre içinde yargıdan en ufak, doğru yönde bir kımıldanış görmeyince, Cumhuriyet Savcılığının r’esen başlatması gereken ama bir türlü başlatmadığı soruşturma için geçtiğimiz günlerde savcılığa bizzat başvurarak, suç duyurusunda bulunduk. Ancak çok ciddi dayanakları olan başvurumuzu, incelemeye gerek duymadan savcılık, tanıklarımızı dahi dinlemeden, takipsizlik kararı verdi. bU takipsizlik kararına karşın, usule uygun olarak, itiraz hakkımızı kullandık ve sonucu merakla bekliyoruz.
Ben, oğlumun nenden öldürüldüğünü, daha doğru bir deyişle, öldürülüşünün gerçek nedenini hala bilmiyorum. Ancak çok önemli bir gerçeği biliyorum. Oğlum, o mekanda var olan ruhsatsız bir tabaca ile kurşunlandı ve öldü. Bu nedenle "Bireysel Silahlanmaya Hayır!" diyorum.
Ateş düştüğü yeri yakar. Bu, benim acım. Ama yurdumuzda bu ateş çok yeri yakmaya başladı. Yalnızca geçen hafta, bireysel silahla 11 kişinin yaralndığını ya da öldürüldüğünü duyduk. Örneğin bir doktor, apartmanlarında çöpün nereye dökülmesi gerektiği hakkında, apartman yöneticisi ile münakaşa ediyor ve kızgınlıkla ruhsatlı tabacasını çekip yöneticiyi öldürüyor. Silah olmasaydı, ne yönetici ölürdü, ne de doktorun hayatı mahvolurdu. Kızgınlık geçince, barışcıl yollarla bu sorunu çözebilirlerdi.
Başka örnekler : Biri Çanakkale’de diğeri İstanbul’da, çocuk yaşta iki genç, babalarının ruhsatlı silahlarını evden alarak, biri okulda, diğeri pazarın orta yerinde kin duydukları arkadaşlarını vuruyorlar. Evde bu silahlar olmasa, bu talihsiz olaylar olmazdı. Bu nedenle ruhsatlı, ruhsatsız silaha "Hayır" diyorum.
Ancak, denilecektir ki; "bunlar gerçekten talihsiz olaylar ama ruhsatlı silahların amaç dışı kullanılma örnekleri. Ruhsatlı silah bulundurmanın asıl amacı ise savunmadır. Sorumlu vatandaşın kendini savunması için devlet verir ruhsatlı silahı". Doğru olabilir. Devlet yurttaşını koruyamıyorsa, bu işlevi yurttaşın kendisine yükleyebilir. Ama böyle bir devlet hukuk devleti olduğunu öne sürmemeli.
"Namuslu yurttaş, dendi güvenliğini kendi sağlasın" diyen devletler çıkabilir. Demeyen devletler de çıkabilir… Bir yıldır yaptığımız araştımalarda, bize örnek olarak Japonya gösterildi. Üzgünüm ki, bu ülkeyi temsilen davet ettiğimiz dostlarımız bugün aramızda değil. Olslardı, şunları söyleyeceklerdi : 1997 yılında, bireysel silahlarla ülkelerinde 111 şiddet olayı meydana gelmiştir. Bunların da 22’si ölümle sonuçlanmıştır. Nüfusu Japonya nüfusunun 2 katı olan Amerika Birleşik Devletlerinde ise, ölümle sonuçlanan
Türkiye’de son 8 yılda satılan silah sayısı %358 oranında artış göstermiş. Yine ülkemizde, son 10 yılda sadece polis bölgelerinde ele geçirilen ruhsatsız silah sayısı, 95,114.
1987 yılına göre ele geçirilen silah sayısı 1996 da %612 artışla gerçekleşmiş. Bu verilere jandarma bölgeleri dahil değildir. Bilindiği gibi bu silahlar tekrar satışa sunulmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde silah edinmke kolay, Japonya’da yasak. Demek ki silah bulundurmayı ve taşımayı yasalarla yasaklamak gerek… Bu, kolay bir çözüm önerisi oluyor. Çünkü, Japonya’da bile ölüğmle sonuçlanan silahlı olayların hemen hepsi, BORYOKUDAN diye adlandırılan mafya tarafından ve tabii ruhsatsız silahlarla gerçekleştirilmiş. Bu silahların hepsi de bu konuyu bugün burada, konuklarımız tartışacak. Üzücü bir anekdot olarak söyleyeyim; Japon gençleri arasında yapılan bir ankette, diğer kültürlere özendikleri için, gençlerin %67 gibi yüksek bir oranının silah bulundurmak istediği ortaya çıkmış. Eğer istem bu kadar fazlaysa, Japon halkı, yakında silahlanmanın yolunu bulacaktır. Ulusal yasalarla yasaklansa bile bu ülke silahlanacaktır. Nitekim, silah kaçakçılığında geçen yıl %86 bir artış olduğunu istatistikler göstermektedir. Japonya için üzgünüm. Önünde yalnızca kötü örnekler var.
Peki silahlanış ülkeler, silahsızlanma virajını nasıl alacaklar? Bunu denemiş bir ülke var: Kanada. Yine üzgünüm ki Kanada’da bireysel silahlanmanın yasalarla yasaklanmasına ön ayak olan dostumuz, ruhsatlı silahlar yasaklanınca yasa dışı örgütlerin gücünün çok arttığını, buna karşın sorumlu yurttaşların savunmasız kaldığını araştırmalarıyla saptamış ve verdiği yiğitçe döğüşün ne kadar yanlış olduğunu gördüğü için, utançla, aramızda olmak istemediğini belirtmiştir.
Japonya olgusu ile Kanada olgusunu bir araya getirdiğimizde karşımıza yadsınamayacak bir gerçek ve bundan da, bir ders çıkmaktadır : Silaha hayır demek kolay, ancak silaha hayır diyebilmenin koşullarını oluşturmak zor. Bu gerçek, bizim için de, Avustralya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri için de aynı. Bu gerçeği başarılı bir şekilde oluşturmkak için yola çıkan bu üç ülkenin temsilcileri aramızda. Kendilerinin deneyimlerini dinleyip, bunları ülkemiz gerçeğine aktaracak medya mensupları da aramızda.
Diyorum ki, elele verdiğimizde, bu sorunun kolay olmayan çözümünü, bugün burada irdelemeye başlayabiliriz. Friedrich Nietzsche’nin dediği gibi, "Niyet varsa, yol bulunur."
Bu yolu bizlere göstermenizi diliyor, şiddetin olmadığı hakça bir yaşam istiyoruz.
Umut dolu yarınlara efendim.
Teşekkür ederim.
Nazire Dedeman
Umut Vakfı Kurucu Başkanı