Medyanın Şiddeti Sıradanlaştırması Paneli

28 Eylül 1996

Medyanın Şiddeti Sıradanlaştırması paneli 28 Eylül 1996 yılında İstanbul Dedeman Oteli’nde gerçekleştirilmiştir. Medyan’nın, özellikle televizyonların günlük yaşamın büyük bir bölümünün kapladığı ülkemizde topluma etkisinin gücü konusunda panelistlerin görüşleri alınarak konu tartışılmıştır.

Panelistler :
Semih Balcıoğlu
Mehmet Ali Birand
Ferruh Doğan
Prof. Dr. İpek Gürkaynak

 
Panel Konuşmaları:

İpek Gürkaynak : Sayın konuklar, efendim izin verirseniz tüm panelde beraber olduğum değerli arkadaşlarım ve kendim adına bir kez de biz kutlayalım genç arkadaşlarımızı, güzel başarılarından ve aldıkları ödülden dolayı. Yaşam boyu başlarılarının devamını diliyoruz. Şimdi sayın konuklar, ben biraz panel yöneticisi veyahut oturum yöneticisi, biraz da konuşmacı olması istenen birisiyim. Öyle görülüyor ki bir sosyal psikolog olarak işin biraz daha kuramsal temelini kurmak açısından ilk sözü kendime vermek zorunda kalacağım. Böyle olduğu için de biraz usulüm düşüna çıkarak birşey yapacağım. Normalde sözü kime verirseniz o kişiyi tanıtırsınız. Ama ben ilk sözü kendime verip kendimi tanıtmakla işe başlamak istiyorum. Onun için izninizle paneldeki değerli konuşmacıları sırasıyla tanıtayım. Konuşma sıralarında da artık bir kez daha tanıtmayız. Zaten bu tanıtma bile gereksiz. Ama usul yerine gelsin diye yapıyoruz. Her üçünü de hepiniz çok çok iyi tanıyorsunuz. Söylenecek aslında hiç birşey yok. Ama sağ yanımda karikatürist Sayın Ferruh Doğan var. Ferruh Doğan 1932 yılında İstanbul’da doğdu. 45 yılda beri de çiziyor. Şu anda Dünya Gezetesinde çiziyor. Bu kadarcık bir tanıtmayı yeterli görüyoruz. Çizgileriyle zaten tanıyorsunuz kendisini. Sol yanımda Sayın Mehmet Ali Birand var. 1942 yılında doğsu Sayın Birand. Kendisi bir gazeteci, televizyoncu olmadan önce gazeteci, asıl gazeteci. Birçok kitabı var. Kıbrıs konusunda, Silahlı Kuvvetler konusunda, o zamanki deyimle Ortak Pazar konusunda. Ve televizyon programlarından da tabii ki tanıyorsunuz kendisini. Ve Sayın Birand’ın yanında Sayın Semih Balcıoğlu, karikatürist. İstanbul’da doğdu. Işık Lisesin’de ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde okudu. İlk eseri 1943 yılında yayınlandı. O da siz hesaplayın artık kaç yıldır çiziyor. Onu da çizgilerinden çok iyi tanıyoruz. Şu anda Yeni Yüzyıl Gazetesinde çiziyor. Ben efendim, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi öğretim üyesiyim. Alanım Sosyal Psikoloji. Sosyal Psikoloji insan ilişkilerinin, toplum ve insan arasındaki ilişkilerin incelenmesini içeren bir bilim dalı. Bu bağlamda insan ilişkilerinin maalesef bir parçası olduğu için şiddet de, saldırganlık da bizim alanımızın bir konusu. O açıdan izin verirseniz, kendimi de iki kelime ile tanıtayım. Ben 1947 yılında Ankara’da doğdum. Yurtdışında eğitim için bulunduğum 7-8 yıllık yüksek lisans ve doktora için bulunduğum sürenin dışındaki tüm zamanlarda Ankara’da yaşadım. İnsan, çevre ilişkileri, özellikle fiziksel çevre, çevresel psikoloji, iletişim gibi konularla uğraşıyorum. Şimdi eğer paneldeki arkadaşlarım izin verirlerse bir başlangiç yapacağım. Kaç dakika konuşacaksınız diyor Sayın Birand bana. Ben kendi hesabına en fazla 10 dakika, daha fazla değil, iki karikatürist arkadaşımız biz birimizle paslaşarak konuşuruz dediler. Belki de ayrı ayrı süreler olmaz, ikisine birden söz verilebilir, bilmiyorum nasıl arzu ederlerse. Ama onar dakika aşağı yıkarı diye düşünülebilir, belki en fazla…

Mehmet Ali Birand : Sorulu yanıtlı yaparsak misafirlerden merak ettikleri birşey vardır, sorabilirler, bilmiyorum sizler için uygun mu?

İpek Gürkaynak : Tabii, ne kadar güzel, baştan böyle birşey düşünmedik, konuşmadık ama olursa pek güzel olur, hiç sorun yok. Peki efendim o zaman ben de biraz daha kısa tutuyorum, hızla bir miktar bir şey söylüyorum. Şimdi bir medyacının sözlerini sizlere okuyarak başlayacağım. Diyor ki "televizyon bilgilendirebilir, duygulandırabilir, yaratıcılığı özendirebilir ama aynı zamanda alıklaştırabilir, duyarsızlaştırabilir, yabancılaştırabilir, aşağıyabilir, yanıltabilir. Eğer düğmesini çevirip kapatrısanız kötü ile beraber iyiden de mahrum kalacağınızı unutmayın." Şimdi burada ilginç bir şey var. Televizyonun gücünnü yadsımamak zorundayız. Bir eğitim aracı olarak bir eğlendirici araç olarak, insanların zamanlarını değerlendirmek için, dinlenmek için önüne geçip oturabilecekleri bir araç olarak müthiş güçlü olduğunu yadsımamak zorundayız. Onun için de, yani biz bu televizyondan ne yapıp da kurtarırız kendimizi diye bakmak yerine, ne yapıp da televizyonları ve bütün medyayı kastediyoruz burada sade televizyon değil ama ben özellikle televizyon üzerinde duruyorum, ne yapıp da televizyonları bu kadar çok şiddet içeren programlarla bize yönetmekten uzaklaştırabiliriz? Bana öyle geliyor ki Sayın Birand özellikle bu rating filan sorunlarına değinerek bu konuda bir gazetecinin görüşlerini de bize aktaracaktır. Ama ben bir bilim kişisi olarak, ratingden falan fazla anlamayan birisi olarak, başka türlü bakıyorum olaya. Yani şöyle düşünüyorum. Ömründe hiç hayvanat bahçesine gitmemiş çocuk var mıdır? Vardır. Ömründe hiç kütüphane görememiş çocuk var mdır? Vardır. Çok miktarda belki vardır. Ömründe hiç konsere gitmemiş çocuk var mıdır? Tabii çok miktarada vardır. Ömründe hiç televizyon seyretmemiş çocuk var mıdır? Onun miktarı daha azdır. Vardır da, ama daha azdır. Bu televizyon bizim evlerimizin bir parçası ve insanlar, özellikle çocuklar televizyonlarla çok uzun sürelerle yüzyüzeler. Size bir şey aktarayım. Bir küçük, belki hafif not olsun bu. Amerika’da bir araştırmada yüzlerce çocuğa tek bir soru yöneltilmiş. Bir ay süreyle evden televizyonunuzu mu alıp görürelim, babanızı mı alıp götürelim? Çocukların büyük bir çoğunluğu babamı alıp götürün demiş. Bu, tabii Amerika. Ama bizim ülkede aynısı olur, olmaz bunları bilmiyorum, daha beteri de olabilir. Annemi de beraber. Ben de aynı kanıdayım. Şimdi bu gerçekten de televizyonun, özellikle çocuğun televizyonla olan sımsıkı bağları konusunda bize çok ciddi birşey söylüyor. Ayrılamadığı, önünden ayrılamadaığı bir şey çocuğun bu. Ve televizyon programları yapan insanların, bu çocuklara karşı, bu gençlere karşı, müthiş bir sorumluluk duygusu içinde olmaları gerekiyor. Biz ne yapıyoruz. Elimizde öyle bir araç var ki insanları etkiliyoruz. O zaman bu aracı en iyi şekilde nasıl kullanabiliriz, bu duyguyu yeterince yaşadıklarını veya yaşadıklarına ilişkin bilgiyi bize televizyon programlarıyla aktardıklarını söylemek mümkün değil. Şimdi, birileri diyor ki, bakın son günlerde, gon günlerde değil, son birkaç ayda gazetede sürekli özellikle dikkat ediyorum. Gazetlerde, basın organlarında ne gibi şeyler çıkıyor diye, ilginç bir şekilde televizyondaki şiddetin çocukları ve gençlari olumsuz yönde etkiledğini yadsımaya yönelik bir kampanya ile karşı karşıyayız. Yani mesela bir gazete köşe yazısı. Birisi diyor ki; televizyonda sadece bribirine iyi davranan, devamlı gülümseyen, hiç kötülük düşünmeyen, sadece iyi ve güzel şeyler yapan insanları mı göstereceğiz yani çocuklarımıza? Böyle yaparsak bu şimdi gerçek dünyayı yansıtmak olur mu? Böyle yaparsak haksızlık etmiş olmaz mıyız? Bir başkası diyor ki şiddet duygusu, duyulması engellenemeyen bir duygudur. Bu hele, bu ikinci söylediğim hele bir de yanlış üstelik. Duyulması engellenemeyem bir duygu değildir, şiddet duygusu. Öğrenilmiştir, öğretilmezse duyulmayabilir. Yani, bilimsel olarak da yanlış bu ikinic söylenen. Bir başkası şöyle diyor. Haberleri, televizyonu şiddetten arındıralım derken, buna yol açan siyasal, ekonomik, külterel etkenleri ya da güncel gündem olaylarını halkın gözünden saklamak, toplumsal olayların ekrana yansımasını egellemek, iktidarların eline televizyona sansür uygulamak için koz vermek sonucuyla karşılaşabilirz. Şimdi bakın ne kadar mantıklı duruyor. Haklı aslında, söylediği doğru. Ancak burada bir sorun var. Hiç kimse televziyondaki şiddet tek bir etken oalrak, insanları şiddete yönetlmeye itiyor demiyor. Hiçbir araştırma bana böyle birşey göstermedi. Yani çocuk televizyon seyredecek, sonra hemen fırlayacak, gidecek şiddet içeren birşey yapacak veya genç veya yetişkin böyle birşey söz konusu değil. İnsnlar toplumun içinde binbir türlü etkiyle yoğurularak toplumsallaşıyorlar ve davranışlara yöneliyorlar. Burada önemli olan acaba televizyon izlemek insanların değerlerini, kültürlerini, birikimlerin, dünyaya bakışlarını etkiliyebilir mi? Bilimsel araştırmaların bu soruya verdiği yanıt gayet açık : Evet. İkinci bir önemli sor var : Acaba televizyonda yoğun şiddet içeren şeyler izlemek bir çocuğu şiddeti taklit etmeye, şiddete karşı hoşgörülü olmaya, şiddete karşı duyarsız olmaya, şiddeti genel geçer bir insan ilişkileri yönetmi olarak kabul etmeye iter mi? Bunun da yanıtı bilimsel araştırmalarla gayet açık, evet. Bakın sosyal bilimlerde birçok konunun bu kadar açık seçik yanıtı yok. Bu konuda çok araştırma var ve araştırmaların sonuçları birbirini tamamlıyor, birbirni destekliyor, pekiştiriyor, ille de gidip şiddet içeren bir davranış gösterme biçiminde değil ama mesela, sorunlarını konuşarak çözmeyi yeğlemek biçiminde. Şiddetin genel geçer bir davranış biçimi olduğunu zannettirme biçiminde vs. Ben dilerseniz bu noktada arkadaşlarıma, on dakika donuşma dediler bana onun için burada hemen susayım, madem soru cevaba yer vereceğiz. Daha sonra söylemek istediğim şeyleri, özellikle de değinmek istediğim bir tane birşey var, belki sorular sırasında değinirim veya sonra tekrar bir söz hakkı isterim sizden, o da şu : "Acaba televizyonun olumsuz etkilerini özellikle şiddetle ilgili olan olumsuz etkilerini aza indirgemek için yapılabilecek şeyler var mı?" sorusuna ilişkin birkaç yanıt, öneri getirmek isterim onu da daha sonra yapayım. Şimdi efendim o zaman Sayın Mehmet Ali Birand’a söz verelim, buyurun Sayın Birand.

Mehmet Ali Birand :Çok teşekkürler. Ben, deyimi varda ya sahneyi düzenleyip sizler o sahnenin içine… Bir telefon çalıyor galiba. Beyefendi bitirsin telefonunu biz de devam edelim. Bu cep telefonları kültürüne herhalde birgün hepimiz alışacağız. Sözünü ettiğimi zhastalık sadece bize özgü bir hastalık değil. Bu hastalık ve bu tip konferanslar, tartışmalar emin olun başta Amerika olmak üzere Avrupa’da da sürekli yapılıyor. Bir tarafta rating denilen, okuma denilen, seyredilme denilen ve o dayanılmaz cazibesi olan bir olay var. yani şiddet, şiddete dayalı programlar, filmler. Çbür tarafta yavaş yavaş herkesin çok iyi farkında olduğu bunları seyrettire, seyrettire biz durmadan savaşan, birbiriyle boğazlaşan insanlar yaratıyoruz, kuşaklar yaratıyoruz korkusu var. Türk Hava Yolları’na bindiğiniz zaman şöyle bir bakın. Bir ordu sanki silahını teslim ediyormuş gibidir. Dört beş tane silahla gidilir. Dünyanın hiç bir yerinde, ben çok dolaştım, böyle manzaralarla karşılaşmadım. Bu kadar pilotlara teslim edilen silah durumuyla karşılaşmadım. Çok güç birşeyden söz ediyoruz. Bir tarafta günlük yaşam, günlük televizyonun, gazetenin size getirdiği seyirci potansiyeli ve öyle bir potansiyel ki, herkes keyiften ölüyor. Bir Rambo filminin, bir Robocop’un, o hele hele Türkiye gibi hukuk düzeninin falan olmadığı, adaletin falan söz konusu olmadığı ülkede hakkını arayan o insan. Hakkını alıyor, silahı eline aldığı zaman onun bir kere kişiliği artıyor. Hele düşünün! O genç adamın sesini duyuramadığı ezik toplumun içindeki o gücünü. Burada biraz daha, bir adım daha öteye gidersek PKK!nın nasıl rahatlıkla militan buluduğuna kadar gidebileceğimiz bir süreci başlatırız. Müthiş bir rating potansiyeliyle karşı karşıya geliyoruz. Bir örnek vereyim. Günlük yaşamımızdan bir örnek vereceğim, onun için çok fazla şeye gitmek istemiyorum. Televizyonlarda, ama bu bütün dünyaya özgü sadece Türkiye’ye değil. Türkiye, şimdi Amerika’nın mesela bundan 20 yıl önce geçtiği dönemden geçiyor. Avrupa’nın 10 yıl önce geçtiği döenmden geçiyor. Çünkü çok yeni bir özel televizyon. Çok genciz. 4 senelik bir yaşamımız var, televizyonla ilgili. En fazla ratingi yaptığında hep otururuz, toplantıda konuşulurken "kardeşim, siz Sıcağı Sıcağına tipli bir program yapın" denir. Tabii mesela 32. Gün’ün Sıcağı Sıcağına versiyonunu yapmak çok güçtür. Ama mazallah bir de şeye baktığınız zaman, canım siz de o zmaan Filistin’deki o kan gövdeyi götüren sahneleri getirin. İnsanlar bundan hoşlanıyor. Aslında doğru. İnsanlar bundan hoşlanıyorlar da o fasit daireyi nasıl kırabileceğimizi bulamıyoruz. Medya vermediği takdirde bu insanlar rahatlayıp vaz mı geçecekler? Çünkü bir son derece önemli bir fasit daire var. Biz veriyoruz, halk istiyor biraz daha veriyorz ve o bir derde dırılamıyor. Televizyonlarda herhangi bir şekilde bu şey filmleri seyrettiğimiz zaman, vurucu kırıcı filmleri seyrettiğimiz zaman, bugün aynı konu iki hafta önce Avrupa’da da son derece büyük bir panelde ele alındı. Amerika’dan gelen bu teröre dayalı, şiddete dayalı filmerin Avrupa televizyonlarını ve Avrupa sinemasını zaten Amerika’nın bu şiddete dayalı filmleri teslim almış vaziyette. Kota konulmaya çalışılıyor, koyamıyorlar. Çünkü bir yerde de para sorunu var. Amerkian filmleri daha ucuz. Avrupalılarda bu geldiği zaman bundan daha fazla kar edeceklerinden dolayı hayır diyorlar. Yani çark bir yerde dönüyor. Ve en ilginci herkes ağlayarak; "ah, doğru, çok kötü yapıyoruz, yani bu filmleri çocuklarımıza göstererek biz bu çocuklarımızı birer katil, silah kullanmak son derece doğaldır, sen de kullan’a götürüyoruz" diyorlar. Ama öbür tarafta da 100 milyon dolarlık bir kar var. Ha, o karı alanlar da ondan sonra ne bileyim şeyler kurmaya başlıyorlar. Silaha karşı mücadele şeyi kuruyor. Bir bakıyorsunuz içten değil o. Emin olun televizyonlarda şimdiye kadar bu konuda, medyada da olsun, medyada ben yazılı, basılı çok üstüne varmıyorum çünkü yazılı basının gerçekten bu knuda etkisi son derece az. Yazılı basın zaten bizler gibi düşünen insanlara hitap ediyor ve bizler gibi düşünen insanlar bundan korkuyoruz. Asıl medyada bunun tartışması yapılıyor. Medyada biz çok yaptık bunun tartışmasını. Ama bu kısır döngüyü kırabilme imkanımız doğmadı. Kanal D diyor ki Star koyarsa, Star diyor ki ama Show TV bak yeni aldığı filmlerin hepsinde şey diyor. Ben eğer Sıcağı Sıcağına tipli bir olayı, programı koymazsam %1 rating kaybedeceğim ve bu ayı kaybedeceğim. Ben bu ayı kabettiğim takdirde reklamcı, ratinge göre para veren reklamcı, o zaman reklamım da bende yıllık hesap ettiğim zaman 10 milyon dolar daha az reklam verecek "yok" diyor. Ben bu toplumun doktoru değilim, eğitimcisi değilim. Ben işimi yaparım, onlar eğitsinler, çünkü nedir efendim, dediğiniz silah konusu sadece medya sustuğu zaman, medya bunları vermediği zaman Türk toplumu silahı bırakacak mı? Hayır. Bu nedir? Bu eğitimdir. Hukukun düzenin kurulmasıdır. Yani insanların kendi adaletlerini kendileri yapmak zorunda kalmayacakları bir düzenin kurulmasıdır. Ondan sonra medya gelir. Yani "önce devlet devletliğini bilsin, yapacağı tedbirleri alsın, ondan sonra ben geleyim" diyor. Gördünüz mü gene kısır döngünün içine giriveriyoruz. Sorumluluk, evet sorumluluk medyanın üzerinde çok var, doğru. Fakat ben, hiç gerçekleri biraz yansıtmak istiyorum. Medyadan böyle birşey beklemeyin. Medya önümüzdeki uzun yıllar boyunca daima en geriden gelecektir. Filmleriyle, programlarıyla, silahı, silahın kullanılmasını tabii, biliyorsunuz kullanın diye birşey demiyor ama o en sonunda dönüyor dolaşıyor onun şeyine geliyor çünkü. O Robocob’u, Rambo’yu seyreden çocuk ağzından sular akıyor. Hoş zaman zaman bizim de seyrettiğimiz zaman akmıyor değil. Ben medyanın herhangi bir şekilde bu konuda Türk toplumuna sorumlu bir katkıda bulunabileceğini sanmıyorum. Sadece medya ile çözümlenmeyeceğinden de eminim ama medyadan en küçük bir katkıyı dahi beklemememiz lazım. Zira medya dediğimiz, televizyon dediğimiz unsur özellikle, şu anda bir yaşam kavgası veriyor. O yaşam kavgası içinde de gözü hiçbirşeyi görmüyor. Diyor ki "vah vah, şey yapmasınlar, silahlanmasınlar, analar babalar şey yapsın, bunun çaresine baksın" deyip defteri kapatıyorlar. Türk toplumu, silahı hepimiz efendim bu bizim, bir yalanla büyütülmüşüzdür. Babmızdan kalma şey. Silah bizim için çok önemlidir şeyiyle büyütülmüşüzdür. Bunu bir ekeklik simgesi, kişilik simgesi haline getirmişizdir. Ve bizde medya olarak bu yaklaşımı emin olun sürekli körükledik. Ve bundan sonra da körüklemeye devam edeceğiz. Birgün herhalde birileri, bir şekilde, bazı şeyleri değiştirmek isteyecekler. Sanıyorum ki değiştirmek isteyenler de son derece önemli direnmelerle karşılaşacaklar. Bugün Türkiye’de çok önemli bir silah lobisi var. Çok önemli bir silah kaçakçılığı var. Ve bundan trilyonlarca para kazananlar var. Bunlarla mücadele edebildiğimiz oranda öne çıkabileceğiz. Ama ne olur, şu aşamada, orta vadede medyadan hiçbirşey beklemeyin. Teşekkürler efendim.

İpek Gürkaynak :Çok teşekkürler Sayın Birand. Efendim Sayın Doğan uygun mu, size söz vereyim şimdi?

Ferruh Doğan :Teşekkürler.

İpek Gürkaynak :Buyurun efendim.

Ferruh Doğan : Efendim anladık ki, sesim duyuluyor değil mi? Efendim anladık ki medyanın şakası yok. Silah gibi bu da. Şimdi çok güzel şeyler söylendi. Anlaşıldı ki medyanın şakası yok. Medyadan birşey beklemiyoruz. Onu söyledi Mehmet Ali Birand. Efendim burada bir tarihte hatırlarsınız, radyomu istiyorum, televizyonumu istiyorum gibi çok seslilik zannetiğimiz bir eyleme geçti Türk toplumu. Halbuki bu çok seslilik değil şu anda, yani istenen o değil, tek seslilik. Yani Türkiye’de zaten medya tek sesli. Televizyonunüzerinde durdu Sayın Mehmet Ali Birand. Çok doğru. Televizyonlar, gazetelerin renkli cama montajıdır. Türkiye televizyonu bilmiyor zaten televizyon yapımcılını da bilmiyor, onu da öğrenecek. Şimde tabii meseleyi karikatüre getirmem gerekiyor, şundan. Umut Vakfı önümüzdeki yıl "Silahın Şakası Yok" adı altında bir karikatür yarışması düzenledi. Karikatür bir şaka sanatı. Ve özelliği karikatürün muhali olması. Nelere muhalif oluyor? Haksızlığa, çirkinliğe, ahlaksızlığa, savaşa şiddete, bunu muhalefet eder karikatür sanatı. Bir bakıma karikatür sanatı bir de savunmadır. Neyin savunmasını yapar? İyinin, güzelliğin, haklılığın, barışın savunmasını yapar. Yani şiddete karşıdır. Bu bakımdan bu yarışma bize çizerlerden nasıl genç arkadaşlarımızın yazıları çok etkiliyse, çok etkili olmuşsa, onun gibi umuyorum ki karikatür alanında da, bu iletişim aracında da "Silahın Şakası Yok" konusunda, silahı yeren, silahı anlatan, sılahsızlanmayı öven diyelim karikatürler geleceğini umuyorum. Bakalım neler gelecek, şartları ve koşulları açıklandı. Bizim de görevimiz bunları değerlendirmek olacak. Bu silah, bir nevi yanacılaşma. İnsanlar silahı yaratmış, parayı yarattığı gibi, sonra onun eseri olmuş. Mehmet Ali Birand çok güzel söyledi. Bütün dünyada trilyon dolarlar dolaşıyor bu işin içinde. Bunu nasıl düzeltiriz? Ne yaparız, ederiz? Artık bu uzmanların işi tabii, devletin işi, kanunların işi. Hep bize bir laf söyleniyor, efendim globalleşiyoruz. Ne demekse o, hiç anlamıyorum onu. Bir de ne yapıyoruz. Batıya entegre oluyoruz. Amerika’da da bu var. Çünkü gazeteci arkadaşlarla konuştuğumuz zaman efendim, Amerika’da da bu var, Avrupa’da da böyle gazete var. Ama böyle televziyon var, yok, öyle birşeyler. Yani bugün bir televizyon, geçen gün bir açık oturumda bilim adamı söyledi incelemesinde, Amerika’da bir televizyon bütün görüntü ve haberlerini 11 yaşındaki çocuğun anlayacağı biçimde hazırlamak zorunda. Bunu Mehmet Ali Birand çok iyi bilecektir. Yani beni doğrulayacaktır, ya da söyleyecektir. Buna o kadar dikkat ediyorlar yabancı gazeteleri görüyorsunuz. Bıçaklanmış ya da bacakları açılmış kadın görmezsiniz, yasaktır, koymaz daha doğrusu. Yasak değil onun geleneğinden dolayı koymaz. Çok eski tarihlerde eskiler bilir, Türkiye’de basında intiyar yasaktı. Şimdi birşeyi yasaklamakla sonuca varılamıyor. O zaman haberler şöyle yazıyordı : Dün yanlışlıkla bir şişe tentürdiyot içen birisi öldü. O anlaşılıyordu intihar, yani yasak birşey getirilmiyor. Birşeyi yasaklamak, başka sonuçlar, komik sonuçlar getiriyor. Tabii televizyon öyle bir alet ki, medya, gazete, yazılı basın öyle bir alet ki, Mehmet Ali’nin de dediği gibi iyiye kullanıldığı zaman, eğitime iyiliğe doğru kullanıldığı zaman , müthiş fayda. Yani bunu kapatmayalım dediği, İpek Hanım’ın dediği çok doğru. Bunu insanlığı lehine, insanlığın gelişmesine kullanmakta yarar var. Ama bunlar bütün güzel niyetler, iyi niyetler hepimizin ortak olduğu niyetler, ama bir de gerçek var, rating canavarı ve para. Efendim saygılar sunuyorum, teşekkür ederim.

İpek Gürkaynak : Sayın Doğan’a çok teşekkür ederim. Buyrun efendim Sayın Balcıoğlu.

Semih Balcıoğlu : Ben de Umut Vakfı’na karikatüre eğildiği için, önümüzdeki yıl karikatür konusunda yarışma yapacağı için teşekkür etmek istiyorum. Çünkü gençlerin bir kaç tutkusu var. Bu tutkulardan en başında gelen kuşkusuz ki karikatür. Ve karikatür sonuca en kesitme yoldan giden bir sanat dalı. Söyleyeceğinizi bir hap gibi size veren bir sanat dalı. O bakımdan konu silah olduğu zaman, "Silahın Şakası Yok" olduğu zaman, teşekkür etmekten başka birşey bulamıyorum Umut Vakfı’na. Topluma şçyle bir baktığımız zaman, toplumlarda kültür ve özgürlük gelişince şiddetin küçüldüğünü görüyoruz. Medya, terörle adeta meşruluk kazandırılıyor. Ve insanlara yoğun bir şekilde artarak sürüyor. Şiddet ve gücü güçlendiriyor. Son yıllarda İstanbul’da ve dışında bazı yakın dostlarımın, tanımadığım bazı ailelerin çocuklarının karete, tekvando kurslarına gittiklerini ve dövüş öğrendiklerini ve sonra tabii silah kullandığını ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz. Bu ne oluyor, şiddetin bir parçası oluyor, dövüş oluyor. Yurdumuzda acımasız bir ekonomik düzen var. Bunun üzerine kültür yozlaşması oluyor. Kültür yozlaşması olunca kitaptan korkuyor, silahı seviyor. Son yıllarda baktığımız zaman gene kitap satışlarının ne kadar düşük olduğunu ve yayınevlerinin feryatlarını hepiniz duyuyorsunuz. Ama silah satışları aynı değil. Gazetelerin promosyon yarışlarında, eğer verebilselerdi, birer tabanca verselerdi, sanıyorum büyük bir tiraj patlaması olurdu. Şimdi Türkiye’de mala ve mülkiyete karşı olan eylemlerin cezası yüksek oluyor. Sizin evinizi yakıyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor bunun cezası çok yüksek oluyor. Ama insana karşı olan eylemlerin adam öldürmenin cezası ne yazık ki aynı oranda değil. Bu da bir adaletsizliğin simgesi oluyor. Bakıyorsunuz tabanca alıyor birisi. Karşısında tabanca alamayan birisi "Abi, sana tabanca da amma yakıştı" diyor. Bir kravat yakışması gibi, ayakkabı gibi, onu öyle bir parça görüyor kendisinde va alınmadığı zamanda üzülüyor. Daha ileri gidecek olursak, çok yakında başımdan birşey geçti onu da anlatmak istiyorum. Mehmet Ali arkadaşım değindi. Geçen hafta bugün Trabzon’a gidiyorum, Yeşilköy Havaalanı’na gittim, bavulumu verdim, yanımda 3-4 tane lacivert elbise giyinmiş, sigarasını dişlerinin arasına sıkıştırmış, kısa saçlı, esmer, birkaç insan gördüm, bıyıklı. Polis bana dedi ki : "Silahınız varsa bırakınız." "Hayır, yok" dedim. Kullanmadığımı belirttim. Çok acıyarak baktılar bana silahım yok diye, gerçekten. Şimdi bu bir simge. Bu bir simge olduğu için bu simgeleri bir arttırabiliriz. Şimdi nerelere kadar fırladı? Nerelere kadar gitti bu silah olayı? Önce gitmemesi gereken bir yere gitt. Çok saygınlığı olması gereken ki öyledir TBMM’ye bile girdi. Bir milletvekili başka bir milletvekini tabacayla vurdu. Gene TBMM’nin içinde bir sekreter hanım bir milletvekini yaraladı. Bu olaylara tabii sizler gibi bizler de üzülerek bakıyoruz. Ama ne yazık ki iş oralara kadar gitti. Ben her hafta maça giden ve çok hoşlanan insanım maçtan. Ama gidiyorum, gerçekten üzülüyorum. 30.000 kişi, 20.000 kişi, 25.000 kişi "ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik" diye tezahürat yapıyorlar. Bu kadar kolay bir iş değil ki ölmek. Nereye gidiyorsun ölmeye? Ölmeye, ölmeye geldik. "Galip gelmezseniz saha üyteleri sizi şöyle yaparız, öldürürüz" diyorlar. Bir yetkili gene maçlardan sonra arkdaşlarımın da değindiği gibi, bir silah sesidir, şehirde duyuluyor. Birkaç kişi de öldü. Fakat tabii çok üzüldük. Ama ondan sonra bir yetkilinin verdiği bir cevap var ki, yanıt var ki olacak gibi değil. "Canım onlar da balkona çıkmasaydı" diyorlar. Bu oldu, siz de okumuşsunuzdur bunları, böyle bir ülkede yaşıyoruz. Bizim yaşamamız belki de mucize, evet kazayla yaşıyoruz, doğru. Tabanca ve silah girdi mi işin içine hele bir sporcu bunu kullandığı zaman işin şekli değişiyor. Samsun’dan prıl pırıl bir çocuk geldi İstanbul’a ve Avrupa gol kralı oldu. Sonra baktık medyada tabacasını gösterdi. "Ben tabanca aldım" dedi. "İşlemeli bir tabanca aldım" dedi. O anda, o futbolcunun işi bitmişti. Sonra yıllarca cezaevinde yattı. İşte silah ve tabanca insanı buralara kadar getiriyor. Fakat ne yazık ki hapisten çıktıktan sonra medya kendisini kapıştı. Gazete diyor ki "ben yazdıracağım". Televizyon şirketi diyor ki "ben yorum yaptıracağım". Bir de hayatı filme alınıyor. Efendim ben böyle, bir de fıkra vardır, onu anlatmak isiyorum. Bence çok önemli bir fıkra ama silah yalnız adam öldürmek, yaralamak için değil, savunmak için de kullanılan birşey tabii. Bu da doğru değil. Duymuşsunuzdur, bizim dedelerimiz orta asya’dan Türkiye’ye geldikleri zaman Ege kıyılarına gitmişler, orada bir takım insanlar denizden birşey çıkarıyorlar. "Bunlar nedir?" demişler. "Bunlar balık" demiş. "Bunların hepsi isim olarak, bu hamsi, şu şu." Efendim balıkların ismini teker teker söylemişler. "Aaa" demiş adam. "Biz iki balığa isim koyamadık, siz isim koyar mısınız?" O balıklara bizimkiler isim koymuşlar; kılıç’la kalkan. Ben de sözü burada kesmek isiyorum, sonra sorularınız olursa yanıtlayacağım. Teşekkür ederim efendim.

İpek Gürkaynak : Sayın Balcıoğlu, çok teşekkür ederiz efendim. Şimdi tam oturuma başladığımız sırada Sayın Birand’dan bir teklif geldiğini hep beraber duyduk, soru-cevap. Böyle bir şeye istekli mi acaba grubumuz? Öyleyse hemen oraya geçiyoruz. Ama ondan önce ben bir kelime bir şey söylemek istiyorum. Özellikle Sayın Birand medyadan birşey beklememe işini ben yapmayacağım. Çünkü bana öyle geliyor ki, siz tabii çok haklısınız ne amaçla söylediğinizi, nasıl, neleri görerek söylediğinizi, nasıl söylediğinizi tabii ki çok iyi anlıyorum. Ancak bir yandan medyadan birşey beklemeyerek yapabileceğimiz şeyler var. eleştirel düşünmeyi öğretebilirz çocuklarımıza da seyrettiği zaman kötünün ne olduğunu görür, filan falan. Ama bir yandan da mutlaka birşeyler beklemek zorundayız ve beklediğimizi gösterici baskılar yapmak zorundayız. Birşeye daha bir kelimeyle değinmek isterm, o da, bu halk istiyor meselesinin belki de doğru olmadığıdır. Çünkü en azından çocuk programlarında yıllar yılı Karagöz Hacıvat’ın, Keloğlan’ın ötesine geçmemiş çocuk programlarının arkasına gelen bir Susam Sokağı programı. Daha çok para gerektirmiş olması, maliyeti daha yüksek olması yanında, yani neden maliyeti daha yüksek? Çünkü bir takım danışmanlar kullanılıyor, iş ciddiye alınıyor, eğitici özellikleri olması isteniyor, defalarca üstünden gdiliyor yalnış birşley olmasın diye, müthiş bir seyirci kitlesi çekmiştir. Yani iyiyi gördükleri zaman belki alacaklardır diye düşübüyorum insanlar. Ama şimdi size cevap hakkı doğurmuş olabilirim.

Mehmet Ali Birand : Hayır ben sadece bir şey eklemek istiyorum. Cevap hakkı değil, katiyen o şekilde, çünkü ben de medyadan hbirşey beklemeyin derken bir gerçeği anlatmak için, ama bu demek değildir ki, medyanın üzerinde bir baskı oluşturulmasın, gayet tabii bir baskı oluşturmak gerekir. Ama hesaplarımızı biz eğer medyayı ikna edersek, silahlı, kanlı programları kaldırtırsak bu iş çözülür dememek gerekiyor. Birincisi medya tamamen kaldırmaz ama medya kontrol altına alınabilir. Yani orada hiçbir şeyimiz yoktur. Ne kadar böyle bir bıdı bıdı bıdı edersek, nasıl hep onu söylüuüm Umut Vakfı bir yerde bir acının tepkisi olarak alınmamalı. Böyle vakıfları ne kadar içimize alıp, ne kadar sahip çıkarsak, zira biz tektek, benim bir yazım, sizin bir tepkiniz önemli değildir. Ama böyle vir vakfın ortaya çıkıp ağırlığını koyduğu zaman onun mutlaka bir şeyi var, bir baskı noktası ve bütün mesele biz nereden başlayacağımızı bilmeliyiz. Stratejiyi iyi saptarsak o zaman adımlar atılmaya başlanır. Onu ben söylemek istemiştim.

İpek Gürkaynak : Tabii efendim teşekkür ederim. Sayın Doğan, Sayın Balcıoğlu, var mı birer cümle? Tamam şimdi o zaman soruya geçiyoruz. Hayır biz iki kez hak kullandık gibi oldu da. Adalet duygusu gereği. Peki efendim, buyurunuz efendim, varsa sorularınız. Evet tabii mikrofonu kullanmak gerekiyor mu, bir konuşun da bakalım. Duyarız gibi, bence de, buyrun.

Mehmet Ali Birand : Hayır, biz duyabiliriz, salon bayağı salon.

Sibel Savacı : Benim sormak istediğim soruya İpek Hanım cevap verdiler daha sonra Mehmet Ali Bey de. Evet, medya, yine herşeyi devletten beklemek, kanunlardan beklemek gibi bir davranışa geçmnemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Ve tabii bir şeyde de benim fikrim şiddetle ilgili veya savaşla ilgili hiçbir görüntü medyada, televizyonda yer almasın diye birşey zaten düşünemeyiz ama bunun bir otokontrolü olması lazım. Tüm dünyada da böyle. Amerkika ve Avrupa’da. Şiddet içeren filmlerin, programların olduğu gibi bunların altyapısında biraz önce Ferruh Bey’in dediği gibi bir danışmanlık, bir toplum bilimi hiazmeti veren araştırma ve şey ekiplerinin de olması gerekiyor. Bu da televizyonların kendi bünyesinde veya program yapımcılıarının kendi bünyesinde bunu sorumluluk olarak algılayıp, bulundurması gerektiğini düşünüyorum. Mehmet Ali Birand’a sorum. Yine size tek yetkili olduğunuz için bu konuda. Bir kanun veya bir, tabii ki toplum baskısının önemi var ama, yani sizlerin birşey yapması gerekiyor diye düşünüyorum. Ne olabilir?

Mehmet Ali Birand : Aman ne olur kanun çıkarttırmayaın. Kanun çıkarttırmak, zira başımıza, mesela RTÜK diye garip bir şey getirildi.

Sibel Savacı : Çıkmasın zaten onu istemiyıoruz. Yani Amerika gibi uygulamadaki kanunları ne yapacağız. Bir dengeleme nasıl olur? Kanuni değil, hukuki olması gerek.

Mehmet Ali Birand : Şimdi Avrupa’da ve Amerika’da şey yok. Tamamen ona gelip dayanıyor. Yani kanun çıkartmıyor insanlar ve kaynasğında kontrol etmeye çalışıyor. Diyor ki, en fazla akım nerede zaten bir yerde dikkat edecek olursanız bütün dünyada, dünyada demeyelim Amerika, Avrupa etkiliyor zaten. Bütün akımlar Amerika’dan kaynaklanıyor, Avrupa’dan geçiyor ve diğer dünya ülkelerine dağılıyor. Hatırlayacaksınız, Love Story. Love Story filmi çıktığı zaman dünya son derece önemli terör olayları içindeydi, birden bire bir sevgi, iki insanın sevişmesinin, yani aşkla sevişmesinin büyüsüne kapılıverdi. Muazzam bir …. Ondan sonra şey trendi başladı, yumuşak filmler, sevgiye dayalı filmler, ondan sonra tekrar döndü çizgi. Giderek artan bir şiddet, çocuk programlarına da dikkat edeceksiniz Starwars (Dünyalar Savaşı), Ninja’lar diyorsunuz yani Ninja diye sempatik mahlukların birbirlerini nasıl yok etmenin şeyini veriyorlar. Fakat bu özellikle Sovyetler Birliği’nin batması, soğuk savaşın bitmesinden sonra daha da yukarı çıktı. Şimdi ne yapıyor Avrupa? Avrupa mümkün olduğu kadar, kaynağından kısıtlamaya çalışıyor. Kaynak neresidir? Amerika’dır. Diyor ki ben Amerika’ya mümkün olduğu kadar az kota verirsem, çünkü Avrupa Birliği kendi içinde kota imkanı var, diyor ki biz Avrupa televizyonları, Avrupa Birliğinin televizyonları % şu kadar Avrupa malını alacak, yüzde şu kadar Amerika malı alacak, diyebiliyor. O ince ayarla kendini kormaya, kısıtlamaya çalışıyor bir. İkincisi katiyen yasalarla ilgili değil mümkün olduğu kadar bu tip çalışmalarla, sinik çalışmalarla götürmeye başlatıyor. Eğer çok ağır bir kan revan programı varsa Umut Vakfı gibi vakıflar çıkıyorlar, bütün üyelerine diyorlar ki : "Mektup yazın, telefon edin, faks gönderin, televizyonlara baskı yapın, önünde gidin yürüyün on gün pankartlarla on kişi de olsa" Toplum kendi kendine sahip çıkmaya başlıyor. Tooplum kendi kendine sahip çıkmaya başladığı zaman devletin çıkaracağı yasa falan hiç, Hele bizdeki gibi yasa delinmesi en kolay ülkelerde hiç. Toplum ship çıkmıyor hep. Benim de problemim odur. Toplum seyrediyor, seyretmekten hoşlanıyor. "Ben şiimdi acaba bu gösteriye girersem bana kominist mi derler, PKK’cı mı derler, silah kaçakçısı mı derler, ne derler?" diye birşey var. Toplumu biz ne kadar bunun içine itebilirsek, işte o zaman Umut Vakfı’nın işlevi orada çıkıyor ortaya. Siz Umut Vakfı dediğiniz zaman şimdi herbiriniz burada Umut Vakfı şeyisiniz. Bunları dinledikten sonra Umut Vakfı’na falan bağlılığınız önemli değil, bu fikri bir kişiye daha aktarsanız, bırakın bir telefonu kaldırıp Show TV’ye, ATV’ye veya bilmemneye, siz bilemezsinin bunun ne kadar önemli olduğunu, santraline telefon edip; "bugün gsöterdiğiniz şu program var ya, protesto ediyorum, beni mahvettiniz, ailemi mahvettiniz, niçin bunu gösteriyorsunu" diye, bütün gazeteler, nütün televizyonlar, gazeteler değil, 20 telefon gelir, koskoca, mesela Hürriyet Gazetesi’ne. Yazı İşleri birbirine girer. "Eyvah! 20 telefon. Amma tepki var, biz ne biçim manşet atmışız?" der. Televizyonlarda 1000 tane telefon gelsin şu 60 milyon seyreden cennet vatanımda yaşayan evlatlardan, siz o kanalları görürsünüz nasıl sallanmaya başlar. Ratingi istediği kadar olursa olsun ama o hemen sallanmaya başlar. Gidin reklamcılarla boğazlaşın, reklamcılara deyin ki; "kardeşim ben sekiz vakıf veyahutta, ben vakıf olarak bu filmlere reklam vermeyeceğim". Boğazlarına basın, itin, kakın, başka türlü yapomasına imkan yoktur onun için. Ama yasaklamayın.

İpek Gürkaynak : Evet Sayın Savacı, yanıtınızı herhalde aldınız. Sağolun tam da buydu işte baskı, benim de söylemeye çalıştığım. Buyurun efendim, ben herkesi görebiliyormuyum bilmiyorum. Lütfen bana yardımcı olun, orada bir hanımefendi var, buyurun.

--- Merhaba, ben Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı’ndan katıldım bu toplantıya. Ben Mehmet Ali Bey’e bir yerde katılmıyorum. Umut Vakfı bir üzüntünün sonunda oluşmuş bir vakıftır. Tabii ki Mehmet Ali Bey daha sonraki cümlelerinde dedi, tepkisiz toplumuz, biz feci şekilde tepkisiz toplumuz, benhastalık derecesinde eleştirlerimi telefonlarla, radyolara, televizyonlara yapıyorum. Komik şeylerle karşılaşıyorum. Reha Muhtar’I hala seyrediyoruz örneğin. Sivil toplum örgütleri hakikaten, bugün dejenere diye zaman zaman düşündüğüm, bir ülke diye düşündüğüm bir ülke. Amerika ama tepkilerini çok güzel veren bir ülke. Bence herşeyi sivil toplum örgütleri kanalı ile vatandaşların, bu ülkede yaşayan insanların yapacağına inanıyorum. Teşekkür ederim.

İpek Gürkaynak : Sağolun efendim, teşekkür ederiz. Tabii sorularla beraber kısa katkıları da kabul ediyoruz.

Mehmet Ali Birand : Bir şey ekleyebilir miyim? Siz mutlaka çok rahatsız oluyorsunuz, size verilen yanıtlardan tepki gösterdiğiniz takdirde. Ama sizin gibi 10 tane vakıf başkanı daha telefon etse, çok küçük bir yerde basın toplantısı yapsa, üyelerinizin binde biri sizin gibi telefon etse çok şey değişir emin olun. Yani şunu dmeek istemiyorum. Türkiye’yi sivil hareketler yönlendirebilir, götürebilir, hayır ama sizin bilmediğiniz, hissedemediğiniz büyük bir potansiyel var. İnsanlara şu bilinci verdiğimiz oranda artacaktır. Sizler bunun öncülerisiniz, sizler, tabii seslerinizi duyurmakta güçlük çekeceksiniz. Ama göreceksiniz, biraz ilerleyebilirsek, biraz daha fazla gidebilsek, üstüne varılsa, çok şey değişecek.

--- Soru anlaşılamıyor.

İpek Gürkaynak : Çok şeyler bekleyebileceğimizi bir yandan da konuşmaya çalışıyoruz. Bekleyelim tabii, başka bir soru efendim, en dip.

Ferruh Doğan : Ben bir eklemek yapmak istiyorum, zorundayım. Şimdi sevgili Mehmet Ali, sesim duyuluyor değil mi? Efendim şimdi sevgili Mehmet Ali Birand yıllarca gazetecilik yaptığı içn bilir, bizim gibi devletten ve kukuktan umudunu kesmiş gözüküyor. Halbuki bir ülkede hukukun üstünlüğü, yani kanuni olmak başka şey, hukuki olmak başka şey. Biz eğer bu tamam çok doğru, vakıflara, insanlara tgelefon, onun dışında, devletin yapısında hukukun üstünlüğü ilkesi vardır. Biz bunu gözardı edersek ve gazeteci olarak da, vatandaş olarak da canım hukuk yürümüyor, kanun yürümüyor dersek, batar bu memleket. Yani hukukun üstünlüğü birinci kuraldır. Onun için tamam, görüyoruz, bir kanun çıkıyor, deliniyor. Anayasa bile deliniyor. Ne demiş adam, "bir kere delmekle bir şey olmaz" demiş. Hala askerlerin yaptığı anayasa ile yaşıyoruz. Ama ben kukuktan umudu hiç kesmiyorum. Hukukun üstünlüğünde nasıl telefon ediliyorsa her tarafa, parlamentoya da fakslar çekilerek, milletvekilleri rahatsız edilerek hukukun üstünlüğünü kurmamız lazım. Yani bu 1923’den beri hukuk parlamentomuz var. Bizim yapacağımız iş, hukukun üstünlüğü de bunun yanı sıra, tüm bu eylemlerin yanı sıra özellikle üstünde durmamız lazım, o fikirdeyim, bunu da belirtmek istedim. Teşekkür ederim.

İpek Gürkaynak : Efendim ben Sayın Doğan’a bu konuya değindiği için kendi adıma teşekkür ediyorum. Tabii hukukun üstünlüğü konusunu burada bir kez daha gündeme getirmek gerekiyordu. Sağolun ve bu telefonların, bu baskıların parlamentoya da yapılabileceği meselesini de göndeme getirmek gerekiyordu. Bu tür baskılardır ki, mesela çok kısa bir süre önce, 2, 3 ay önce Amerika’da V Chip diye birşey çıkardılar. Tamamen yasal temel oluşturarak çıkardılar bunu. Oradaki "V" ingilizce’de şiddet sözcüğünün karşılığı olan "violance" için. Şiddet içeren filmlerin bir tür denetimini sağlayabilmek için. 1998 yılından itibaren bütün belli boyutların üstündeki televizyonlarda varolması gerekecek olan, işte bir çiple bu işi denetim altına almaya çalışıyorlar. Bu tür şeylerin sorun olmaması gerekiyor. Buyrun efendim, arkada deminden beri göremediğim arkadaşım.

--- Ben Karikatürcüler Derneği üyesiyim. Şimdi panelistlerin, yani bir kişiye değil de, hanginiz cevaplayabilirse, şimdi medyaya yüklendi genelde bu şiddet. Medyanın da çok büyük rolü var, fakat biz töresine bağlı bir ülkeyiz, biraz önce hanımın dediği gibi at, avrat, silah ve bunun gibi daha bir sürü silahla ilgili törelerimiz var. Ayrıyeten bir de dinde, dinde de şiddet içeren unsurlar var. Yani en azından bir bakıyorsunuz Kurban Bayramı’nda kıtır kıtır bir hayvan keslilirken başına toplanmış çocuklar bunu syredebiliyor. Böyle bir toplumda ne derece bir huzu veya silahsızlanma sağlanır. Ben bunun cevabını bekliyorum panelistlerden.

İpek Gürkaynak : Ben hemen, arkadaşlarıma soracağım cevap vermek isteyen, ama izin verilirse tam önğmde mikrofon bir kelimeyle birşey söyleyeceğim. Bu panelin konusu "Medyanın Şiddeti Sıradanlaştırması" olduğu için sürekli medyaya yüklendik, yoksa bu toplumda şiddetin kökenindeki tek olumsuz oldu medyadır gibi birşey söylemek amacımız hiç yoktur. Onu ben söylemiş olayım ondan sonra başka birşey eklemek isteyen varsa …

Mehmet Ali Birand : Ben birşey söyleyeceğim. Tabii ki medya değil gayet tabii medya, sadece medya ile değil, yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan şeyine dönüp dolaşıyor. Fakat bir yerde birileri kalkıp da birşey söylemesi gerekiyor ki aksi halde birbirimizi kesmeyi, vurmayı devam edeceğiz. Onun için günah birilerinin duyarlaştırılması gerekiyor. Iby zaten tartışıp, etrafı itişip kakıştırmaya çalışıyoruz.

İpek Gürkaynak : Başka soru var mı efendim? Var, buyrun beyefendi.

--- Ben silahın medyada, şiddetin görevi, medyada şiddet ymuşatılabilir mi? Yumuşatması lazım medyanın şiddeti, ne şekilde olabilir, belki çok önemli bir görev olacak. Ten Ten insan öldürmiyor, Red Kit hiç öldürmiyor. Hatta Red Kit sigarayı bıraktı. Şiddet öğesi maceranın içinde var. Çocuklar, yetişmekte olan çocuklar o macerayı arıyorlar, o heyecanı arıyorlar, ama burada onu yumuşatarak biraz. Keloğlan örneği verildi. Onun aradığı şiddeti yok edip macerayı sunmakla da medyaya büyük bir görev düşüyor. Burada belki senaryolarını kaleme aldıkları unsurları o yöne kaydırırlarsa büyük bir başarı sağlamış olabilirler.

İpek Gürkaynak : Teşekkür ederiz efendim.

Mehmet Ali Birand : Ben hemen ne olur şey yapayım. Yumuşatabilir mi? Evet bir parça yumuşatabilir, onda endişe yok ama mesela Tenten’le Red Kit izlmeiyor, eğer siz Haberler’de Çeçenistan’da birbirlerini boğazlayan ve bıçakla boğazını kesip öbür tarafa atan insanları seyrettikten sonra bu tip programlara geldiğimizde o çocuk da biraz daha fazla, biraz daha yumrukla başlıyor ondan sonra. Tatemi programı Türkiye’de tutuyor. Şimdi Tatemi programını düşünebiliyor musunuz? Yani korkunç bir program. İnsanların birbirlerini, birinin onurunu kıracak şekilde dövüp para kazanmasına dayanan bir program. Ama tutyor, şimdi şunu demek istiyorum, tutyor ama bu yapılmasın diye yasak getirilmemeli. Ne oldu? Tatemi’ye çok önemli bir şey tepkisi oldu. Kamuoyu tepkisi oldu. Ve ATV Tatemi’yi bir süre ekrandan kaldırmak zorunda kaldı. Şimdi tekrar koydu, ama aynı şekilde koymadı. Yani aynı şey, sizin dediğini o yumuşatma olayında, biraz. Onun için diyorum yine dönüp dolaşıyoruz tepki, sivil tepki son derece önemli ve işliyor.

--- Bir şey ilave etmek istiyorum ben beyefendinin sorusuna. Haklısınız Tenten ve Red Kit’te çğnkü bugün dünyanın her ülkesinde, Amerika’da, Avrupa’da bir takım konular resimli romanlarla, çizgi romanlarla çocuklara veriliyor. Ve artık çizgi roman resimli roman o hale tamamen bir eğitici unsur daha kolay öğretilir bir hale getirdi insanlara. Nasıl video çabuk öğretime gidiyorsa, çizgi roman da bu size hak veriyorum. O açıdan bu tip çizgi romanlar, resimli romanlar olursa, eğitici resimli romanlar olursa bu konu biraz daha küçülebilir. Doğru söylüyorsunuz bir de çocukların ailesinden de bu kaynaklanıyor. Efendim bir de bir sürü çocuklar küçükken tabanca oyunca alıyoruz, silah veriyoruz. Bundan da kaynaklanıyor tabii. Bir sempati doğuyor çocukta. Teşekkür ederim efendim.

Mehmet Ali Birand : Aslında eğtimenlerin bize bilgi vermesi gerekiyor. Eğitimdem kaynaklanan tarafı asıl.

İpek Gürkaynak : Evet efendim, buyrun beyefendi.

--- Efendim ismim Ali Yılmaz. Geçen yıl bu yarışmayı ben kazanmıştım. Mesleğimden gelen deneyimlerle de birlikte enine boyuna gücüm yettiğince konuyu irdelemeye çalışmıştım. Çünkü Cumhuriyet Savcısı ve hakim olarak Anadolu’da görev yapmıştım. Şimdi sivil girişimlerin, sivil toplum örgütlerinin bu konuda, çok ciddi yadsınmayacak işlevleri vardır. Ancak bence yine herşeye rağmen öncelik parlamentonun, hükümetindir. Çünkü yasal düzenlemelerle bu konuda çok ciddi kısıtlamalar getirilebilir; düzenlemeler yapılabilir. Silhala işlenen suçların azaltılması söz konusu olabilir. Örneğin İç İşleri Bakanlığı’nın en önemli görevlerinden birisi kişilere silah vermek. Neredeyse otomatipe bağlanmış. Buradaki bir çok konuk belki bilmiyordur, herkes teorik olarak bugün silah alabilir. Ancak bulundurma ruhsatı alabilir. Eğer bir partiyle, özellikle iktidar partisi ile de ilişkisi varsa traşıma ruhsatı da alabilir. Çok rahatlıkla, bunları alamazsa av tüfeği alabilir. Bu çok daha kolaydır. Bu yıl gelişmeleri takip ettim. 6136 sayılı yasada bir değişiklik yapılması söz konusuydu, herhalde dedim bazı güzel düzenlemeler getirilecek. Ancak sadece Olağanüstü Hal Bölgesi’ndeki korucuların bir kaç tane silahından birine ruhsat verilmesiyle ilgili bir düzenleme getirildi. Onun dışında çok ciddi bir düzenleme yapıldığını sanmıyorum. Yani parlamentoya, hükümete çok ciddi bir görev düşüyor bu konuda.

İpek Gürkaynak : Teşekkür ederiz efendim. Bu sanırım değerli bir katkı değil mi, soru içermiyor, evet orada 2 kişinin elini görüyorum. Önce öndeki genç arkadaşımıza buyrun efendim. Bu konuda birşeyler eklemek istiyorsunuz. Şimdi mikrofona buyrunuz.

---Devlet büyüklerimizin işte parlamentoda tabancadan filan bahsedildi. Devlet büyüklerimizin hediye listesinde bir numaralı hediye tabanca. Yılda ne kadar çok hediye veriyorlar bilmeiyorum. Bir de tepkiden bahsettik. Açık grevlerinde 12 kişi öldükten sonra tepkide birşeyler, tepkiye karşılık alabildik. Yani Türkiye’de sivil tepki ne kadar önemli onu belirtmek istiyorum.

İpek Gürkaynak : Evet teşekkür ederiz, genç bir arkadaşımızdan keşke bu kadar yılgın bir şey duymamış olsaydık. Ama peki efendim buyrun bir beyefendinin elini görüyorum orada, siz de görüyormusunuz? Evet buyurun genç arkadaşım, siz de buyurun.

--- Efendim Sayın Mehmet Ali Birand’dan bir ricam olacak. Bugün Türkiye’de en çok izlenen programların başında geliyor programlarınız. Acaba siz şöyle birşey yapabilirmisiniz? Bugün gazete sahiplerini veyahut gazete yetkililerini bir açık oturuma bir 32. Gün’e çağırırsanız ve medyada demin konuşulan sorunları, problemleri onlarla yapmayacakları veya yapmamaları gereken şeyleri bir açık oturumda, kamuoyu önünde onlardan rica edip acaba bir neticeye gitmek, sizin için daha uygun olmaz mı? Siz bu konuda bir çalışma yapabilirmisiniz?

Mehmet Ali Birand : Çok rahatlıkla yapılabilir. Bütün patronlar gelir ve hepsi sizden benden daha heyecanlı bir şekilde bu namussuz silah hastalığının bir an önce bitilmesi gerektiğini söylerler. Ertesi sabah işlerine gittikleri zaman genel yayın yönetmleri veya program yapımcıları gelir. Beyefendi siz orada söyledini ama bakın ratingimiz şöyle düşecek. Canım sen idare et işte, biraz şey yapıver, yumuşatıver, orada kalkıpta milyonlarca insanın karşısında hayır silah hger eve lazımdır ve dünyanın en güzel olayıdır diyemezdim. Ahmet sen işte idare et biraz, sen yap der gider. Bunları çok şey, avucumun içi gibi biliyorum böyle olacağınız. Yapmakta yararlı olabilir, hanı hiç değilse sonrada dönüp yahu bak, sen orada nbe dedin, ondan sonra ne yaptın demek şeyini hissetmek istiyorsak keyfini bu yapılabilir. Ama sonuç almak için diyorsanız, sonuç getirici bir şey değildir.. Belki etkileyici bir unsurdur. Benim başka bir önerim var. Umut Vakfı bunu dedin. Umut Vakfı bunu yaptığı takdirde, bütün basın burada olur. Çünkü siz biliyorsunuz patronların katıldıkları programlara, şeylere çok önem veririz. Bütün haberlerde geçer. Ve arkadaşından Umut Vakfı bunu her kanalın şey yaptığı gibi haber yaptırmaz. Kendi haber yaptırır ve anahtar sözlerini alır patronların. Ben karşıyım, evet ben de karşıyım mutlaka durdurulmalı gibi ve onu kavga şeklinde değil, bir savaş şkalınde değil ama hiç değilse onu yap, dolayısıyla ben bu sorumluluğu üstümden atmak için değil ama bir öneri olarak Umut Vakfı’na gerçekten enteresan olur ve gelriler mi soru işaretini bir kenarda bırakarak şey yapıyorum, fakat mutlaka yapabilirler. Zira bunu yapamazsak trafik ve silahla birlikte doğal bir doğum kontrol yoluna doğru gidiyoruz. Onu durdurmakta yarar var gibi.

İpek Gürkaynak : Teşekkür ederiz efendim. Evet, acaba başka soru var mı? Buyrun, son soru olarak alalım. Evet buyrunuz efendim.

--- Merhaba, ben Serpil Kurt. Sizin de biraz önce açıkladığınız gibi toplumda şiddet ve birçok olumsuzluğun değişmesi iyiye doğru gelişmesi ve yönelmesi için sivil toplum örgüt ……

Mehmet Ali Birand : Yani hepimiz bir yerde aynı hamurdan çıkıyoruz. Parlamenterlerimiz bizden farklı mı? Yargıçlarımız, savcılarımız bizden çok mu farklı? O zaman zaman üzerine yürüdüğümüz polis kim? Sizin ağbeyiniz, benim kardeşim, öbürünün dayısı. Ve ümitsizliğe kapılmamak gerekiyor, biliyormusunuz? Toplumlar ister istemez bir yerde şöyle dönüp bir arkada tabii senin yaşın çok küçük olduğu için ne kadar da mutlu, ne bileyim 1960’ları, 1950’leri sen hatırlamazsın. Üstelik de yakın tarihimizde biz hiç ilgilenmediğimiz için, o geçmiş bir tarihtir. Önümüze bakarız. Onun için ümitsizliğe kapılmaya gerek yok. Toplum kendi kendine birşeyler oluyor. Türk toplumu, Türk toplumunu üstelik biz birkez daha keşfediyoruz. Türk Toplumunu biz şimdiye kadar sadece Türk, böyle güzel ve Atatürk’e inanan, Atratürk ilkelerine inanan toplum olarak gördük. Şimdi başka bir toplum çıkmaya başladı karşımıza. Onu da hazmedemedik, hazmedemeyeceğiz. Son derece genç bir toplum düşünebiliyor musunuz ki üçte ikisi yirmi yaşının altında genç bir toplum. Diğer yarısı her gün değişiyor. Hiç durmayan bir toplum. Onun için şimdi çağlayan gibi akan bu çılgın dereyi yavaş yavaş kenarlarına jpayendalar koyup, yönlendirmeye gitmek zorundayız. Biz Refah’I daha yeni yeni hazmediyoruz, yeni yeni tanıyıp hazmediyoruz, hazmedeceğiz. Onun da törpü, sivri sivri yönerli törpülenecek. Bir yere gideceğiz. Efendim ne zaman olacak? Onun ne zaman olacağı konusunda kimse size birşey söyleyemez. Ama oluyor. Dünaynın her yerinde böyle oluyor zaten. Bizde olmamasına imkan yok.

İpek Gürkaynak : Efendim, eğer paneldeki arkadaşlarımın son söz olarak söylemek istedikleri bir şey yok ise kapatıyorum artık. Çok teşekkür ediyoruz. Hiçbir özetleme işlemine falan girişmiyorum. Karşılıklı konuştuk, tartıştık, burada olduğunuz için, bizleri dinlediğiniz için teşekkür ediyoruz efendim.

Panel’in ardından Bireysel Silahsızlanma "Gençlerde Şiddet ve Silah" konulu kompozisyon yarışması ödül töreni İstanbul Dedeman Oteli’nde gerçekleştirilmiştir.