Milliyet - Ahmet Tulgar Röportaj

Şubat 2003
 
Nazire Dedeman
Umut Vakfı Kurucu Başkanı

 
Türkiye toplumunda, özellikle büyük kentlerde tekrar artmaya başlayan silahlanma toplumdaki hangi korkulara tekabül ediyor?
 
Bireysel silahlanmanın görünür nedenleri var bir de görünmez nedenleri. Görünür nedenleri can güvenliği – ki bu neden silah ruhsatına başvuruda en fazla gösterilen nedendir, meslek gereği, merak-hobi, evde bulunsun, avcılık-atıcılık, hatıradır gibi sıralanabilir. Görünmez nedenlerin başında ise, bireyin kendine, ailesine, topluma ve kolluk güçlerine karşı geliştirdiği güvensizlik gelir. Güvensizlik korku yaratır.
 
Bireysel silahlanmaya karşı çabalarınızda politikacılardan destek alıyor musunuz?
 
Toplumun her kesiminden, buna politikacılar ve özellikle bürokratlar dahildir,  bireysel silahlanmanın toplumsal bir sorun olduğuna dair görüş alıyoruz. Gerçekleştirdiğimiz tüm faaliyetlere bizzat katılarak yada duyarlı olduklarına dair mesajlarını ileterek katkıda bulunuyorlar. Ancak, toplumun fiiliyatta silahlardan arındırılması hususunda, gerek kanun ve yönetmeliklerin değiştirilmesi; yani kanunen bireylerin silahla buluşturulmasını önleyici tedbirlerin alınması, gerekse eksik dahi olsa mevcut kanunların yürütülmesinde hassas davrandıklarını ve destek verdiklerini söyliyemeyiz.  Bildiğiniz gibi politikacılarımızın milletvekili seçilmelerinin hemen ardından kanunun kendilerine tanıdığı silah edinme imtiyazını kullanıyor olmaları aslında bu sorunuza çok iyi bir yanıttır. 
 
Emniyet kurumlarının ve okul yönetimlerinin yaklaşımı ne doğrultuda?
 
Emniyet kurumları kendi içlerinde dile getirmedikleri bir ikilem yaşıyorlar. Canını, malını korumakla vazifelendirildikleri bireylere, can ve mal güvenliği sağlanamadığı gerekçesiyle devlet tarafından silah veriliyor. Demek ki devlet de kolluk güçlerine karşı güvensiz. Böylece silahlanmış olan yurttaşlara karşı da diğer kesim yurttaşların can ve mal güvenliğini koruma külfeti yine emniyet kurumlarının sorumluluğu haline geliyor.  Bu kısırdöngü emniyet kurumlarına daha fazla iş yüklüyor.
 
Toplumda 21 yaşın altındaki bireylerin silah taşımaları yasak. Gazetelerde yer alan haberlerde sıklıkla görüyoruz ki, okullarda gencecik insanlar bireysel silahlarla arkadaşlarını veya kendilerini öldürüyorlar ya da yaralıyorlar. Buradan okul yönetimlerinin öğrenciler arasında denetimi sağlayamadıkları ve şiddete ilişkin gerekli bilinci öğrencilerine veremedikleri sonucuna varabiliriz. Zaman zaman bu konuda idareciler aileleri suçlamaktadırlar. Doğru olanın ise aile, okul idaresi, bizzat öğretmenler yakın ve nitelikli dayanışma içerisinde olmalıdırlar inancındayız.
 
Bireysel silahlanmaya karşı mücadele aynı zamanda devletlerin silahlanmasıyla da mücadeleyi gerektiriyor mu?
 
Bireysel silahlanma aynı toplumu paylaşan kimselerin, kolluk güçlerine rağmen birbirlerine yönelik silahlanmalarıdır. Burada bir örgütlenme ve/veya ideoloji yada iki yada daha fazla farklı toplum sözkonusu değildir. Dolayısı ile devletlerin silahlanması ile bireysel silahlanma farklı sorunlardır ve sebep sonuç ilişkisi açısından farklı platformlarda ele alınmalıdır. Ancak her iki sorunun temelinde ötekinin hak ve hukukuna saygı yatar. Bu anlamda sorunuzun ters yüz edilmesi daha doğru olacaktır. Şöyleki devletlerin silahlanmasıyla mücadele edebilmek için mutlaka bireysel silahlanma ile mücadelenin kazanılması gereklidir. Kendi yurttaşının hak ve hukukuna saygı göstermeyenlerin başka ulusların veya devletlerin hak ve hukukuna saygılı olmasını beklemek hayal olur.
 
Programınızda ekonominin militarize edilişine karşı bir söylem bulunuyor mu? Silahlanmaya harcanan paranın, ayrılan bütçenin başka alanlara aktarılması gibi bir talebiniz olacak mı?
 
Barışın savaşla kazanılması mümkün değil. Mümkün olsaydı geçmiş savaşlarla bunu şimdiye kadar elde etmiş olurduk. Aksine her yeni savaş barışa çelme takmakta. Barış uzlaşma kültürünün gelişmesi ile mümkün. Bireylerin uzlaşabilmesi için her anlamda birbirlerine eşit olmaları, kaliteli bir yaşam sürmeleri ve tabii ki aynı nitelikli temel eğitim seviyesine sahip olmaları gereklidir. Mevcut kaynakların bu eksiklikleri gidermek için kullanılması ideal durumdur. Tabii askerin silahlanması bizim faaliyet alanımızın dışında olduğu için bizim siyasi otoriteden direkt olarak böyle bir talebimiz olmaz. Bu konuyu irdeleyen başka sivil toplum kuruluşları var.
 
Irak’a yönelik Amerikan yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Bireysel silahlanma ile devletlerin silahlanmasının ayrı kavramlar olduklarını belirtmiştik. Ancak eldeki veriler onu gösteriyor ki, savaş öncesinde ve sonrasında savaşın tarafı olan devletlerde bireysel silahlanma aşırı derecede artıyor. Afganistan savaşı en yakın örnektir. Savaş öncesinde Afganistan’da aşırı bireysel silahlanma sözkonusu olmuştu. Bu bireysel silahlarla işlenen suçlar ve insan hakları ihlalleri had safhadaydı. Ve savaş oldu. Savaş sonrasında ise halen bireysel silahların bölgede çok yoğun olması sebebiyle yeniden yapılanma için gerekli güvenli ortam sağlanamıyor. Bu durumun bir benzeri Irak’da yaşanıyor. Aşır bireysel silahlanma sözkonusu. Amerika’nın savaşına hayır tabii ama Irak’ın silahlanmasınada hayır. Bu anlamda savaşa hayırın özünde silahlanmaya hayır yatıyor. 
 
Türkiye’nin savaşa katılmasıyla ilgili görüşleriniz?
 
Savaşa hayır derken Türkiye’nin savaşa katılmasına değişik gözle bakmak mümkün değil. Avrupa Topluluğu’nun kapısında ki Türkiye, şiddet kültürsüzlüğünün bir parçası olmamalıdır. 
 
Savaşa Hayır kampanyasına yaklaşımınız nasıl?
 
Aktivist faaliyetlerimiz olmadığı için sadece demeçlerimizde ve web sayfamız aracılığı ile kampanyaya desteğimizi dile getiriyoruz. Hitap ettiğimiz kitleyle bu görüşümüzü sık sık paylaşıyoruz ve eğitimlerimizde konu ediyoruz. ‘Savaşa Hayır’ kampanyasını yürütenlerin samimiyetinden kuşkumuz yok ve Umut Vakfı’nın yıllardır yalnız sürdürdüğü ‘Bireysel Silahlanmaya Hayır.’ kampanyasına desteklerinide artık bekliyoruz.
 
Sivil Toplum Örgütleri toplumsal sorunları bölüntüleyerek sistemden kaynaklanan genel durumun eksik bir fotoğrafını veriyor olabilir mi? Yoksa toplumu değiştirme ve iyileştirme işinin bir ucundan tutmak anlamına mı geliyor?
 
Sivil toplum örgütleri yurttaşların demokrasiye aktif katılımını sağlamak açısından son derece önemlidir. Demokrasinin olmazsa olmaz üç ayağı var; devlet, sivil toplum kuruluşları ve yurttaşlar. Temsilcileri seçip onları sorumluluklarıyla başbaşa bırakmak iyi yurttaş olma bilinciyle bağdaşmaz. Toplumsal sorunları tespit etmek, bunları incelemek, ortak ve eşit menfaatlerin oluşturulması için çözüm önerileri sunmak ve bunları devletle paylaşmak, takipçisi olmak sivil toplum kuruluşlarının vazifesidir. Toplumsal sorunlar sadece sistemden kaynaklanmadığı gibi sivil toplum kuruluşlarının vazifesi toplumsal sorunun fotoğrafını çekmek değildir. Vazife, toplumu değiştirmek hiç değildir. Bir toplum içerisinde değişik görüşler muhakkak olacaktır ve uygarlığın gereği insanların bu görüşlerini terk etmelerini beklemek değildir. Buna iyileştirmede dememeliyiz. Belki uzlaşma daha doğru kelime olacaktır.
 
Hazırladığınız yeni yurttaşlık kitabında cinsiyet ayrımcılığına ilişkin bir söylem de içeriliyor. Sizce cinsiyet ayrımcılığı da bir çeşit şiddet mi?
 
Bireyi haklarından uzak tutan herşey şiddet içerir. Cinsiyet ayrımcılığıda bireyin haklarının kısıtlanmasıdır. Dolayısı ile evet cinsiyet ayrımcılığı şiddetin bir çeşididir.
 
Kadınlar bireysel silahlanmaya karşı mücadelede nasıl bir işlev yüklenebilirler?
 
Kadınlar ve bilhassa çocuklar en fazla şiddete maruz kalan kesim olduğu gibi aslında bizzat kendileri şiddete maruz kalmasalar dahi aileden birinin işgöremez hale gelmesiyle de mağdur oluyorlar. En uç noktada uygulanan şiddet silah marifetiyle gerçekleştirilmektedir. Dolayısı ile en çok kadınlar bireysel silaha karşı durmalıdırlar. Kadınlar haklarını çeşitli platformlarda talep etmekteler. Bu taleplerinin içine en temel hakları olan yaşama ve hatta kaliteli yaşama hakkınıda eklemelidirler. Bu anlamda kadın ve çocukla ilgili konuları işleyen her sivil toplum kuruluşunun bireysel silahsızlanma hususunda ortak hareket etmesi gereklidir. Ayrıca kadın bir anne olarak da çocuklarına barış kültürünü aşılamakta, bunun öğretisini aktarmakta çok önemli bir sorumluluk sahibidir.
 
Türkiye’deki hukuk sistemine ilişkin eleştirileriniz?
 
Çağdaş olmanın gereği hukukun üstünlüğünü benimsemektir. Tabii yurttaşlara bunu benimsetebilmek için hukukun hakikaten üstün olması, herkes için adil olması ve gecikmesiz tecelli etmesi gereği vardır. Aksi takdirde yurttaşlar başka kapılarda adalet ararlar.
 
Sivil Toplum çalışmalarınız kendi çevrenizden başka insanları da bu işe yöneltti mi?
 
Ben ve ailem Vakıf’ı kurmaya birlikte karar verdik. Birçok dostum ise faaliyetlerimizi gördükçe inanmaya başladılar, ikna oldular ve gönül verdiler. Umut Vakfı’nda veya herhangi bir sivil toplum kuruluşunda çaba sarf etmek geleceğe yatırımdır. Bu bilince sahip çok sayıda destekçimiz var.
 
Entelektüel kesimden yeteri kadar destek alıyor musunuz?
 
Her kesimden çok sayıda insan kazanmak önemli. Böylece kamuda yer alabilirsiniz, mesajınızı iletebilirsiniz ve daha etkin olabilirsiniz. Ama nekadar çok akademisyenin desteğini alırsanız toplumsal soruna o kadar çok farklı yönden bakabilirsiniz ve önereceğiniz çözümler daha çok sayıda yurttaşın ortak menfaatini içerir nitelikte olur. Bizim gerçekleştirdiğimiz her faaliyet akademisyenler tarafından çatılandırılmaktadır. Vakıf bünyesinde ve mütevelli heyetimizde çok sayıda akademisyen vardır ve bize gönül verenlerin önemli kısmıda akademisyendir. Burada medyanın katkısının büyüklüğündende bahsetmek isterim.