1 Eylül Barış Günü

1 Eylül 2012
Dünya Barış Günü
Bodrum


Nazire Dedeman Çağatay
Umut Vakfı Kurucu Başkanı


Barış kelimesi öyle çok kullanıldı ki zaman içinde asıl anlamından çıkıp, savaşın karşıtı haline geldi. Nitekim Barış nedir, ne demektir diye sorarsak; Barış kelimesinin genel anlamı düşmanlığın olmaması olarak kabul görür. Başka bir anlatımla kötülükten, kavgalardan, savaşlardan kurtuluş, uyum, birlik bütünlük, sükûnet, sessizlik, huzur içinde yaşamak olarak da tanımlanabilir. Barış, halk arasında “hoş geldiniz” olarak da karşılanabilir. Ben de hepinize barışla hoş geldiniz diyorum. 

Umut Vakfı’nı, uzun adıyla Umut Onurlu Önderler Yetiştirme Vakfı’nı, 1993 yılında kurarken amacımızı “Geleceğin teminatı olan gençlerimize Atatürk’ün izinde önderlik yapacak kişilik ve beceriler kazandırarak, onları ülkemizin gelişmesine yardımcı ve insanlığa yararlı bireyler olarak yetiştirmek; kişilere hukukun üstünlüğünü benimsetip, uygulamasında katkıda bulunmalarını sağlamak; önderimiz Atatürk’ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" anlayışından yola çıkarak, uyuşmazlıkların çözülmesinde barışçıl yolları seçmeyi yeğletmek; bu bağlamda uzlaşma ve barışı sürdürme ve geliştirme becerilerini bireylere öğretip benimsetmek” olarak belirledik. Bu amaca uygun olarak da her yıl bireysel silahlanmanın boyutuna dikkat çekmek üzere farklı alanlarda açtığımız ödüllü yarışmalarımız, 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Gününde düzenlediğimiz “Sessiz Ayakkabıların Yürüyüşü” sokak etkinliğimiz, gençlere hukukun üstünlüğünü benimsetmek üzere Hukukun Gençleri Sempozyumlarımız berberinde daha pek çok bilimsel araştırma ve konferanslar düzenliyoruz. 

Bunların yanısıra Vakıf olarak 1998 yılından beri barış ve uzlaşma sanatını da içine alan “yurttaşlık eğitimleri” veriyoruz. 7. ve 8. Sınıflar için yazılmış Milli Eğitim Bakanlığı onaylı bir de kitabımız var. “Yurttaş olmak için…” Hem öğrenci hem de eğitmen kitabı olarak takım halinde gerçekleştirilmiş Türkiye’deki ilk projelerden biridir bu kitaplar. Araştırmalarımızı yaparken şunu gördük ki “demokrasi” kültürü ancak okullarda verilebiliyor. Çünkü gerçek anlamda bizden farklı olanla, yaşıtlarımızla en çok eğitim ortamlarında bir araya geliyoruz ve uzun yıllar da bu böyle sürüp gidiyor. Barışın temelinde demokrasi kültürü vardır. Demokrasi kültürü için yurttaşlık bilincinin iyi gelişmiş olması gerekir. Gördüğünüz gibi tüm bunlar birbirleri ile bağlantılı kavramlardır. Ailede başlayan barış ortamı, gerçek uygulamaya okullarda geçiyor. O nedenledir ki barışın önce ailede yeşerdiğini, okullarda da büyüyüp geliştiğini söyleyebiliriz.

Geçtiğimiz günlerde Kuzey Kore’de bir anaokulu sınıfında eğitimlerini sürdüren çocuklardan birinin temsili olarak konulan bir Amerikan askerine oyuncak silah ile ateş açması haber oldu. Bu sayede Kuzey Kore’deki Amerikan düşmanlığının küçük yaşlarda toplumun belleğine nasıl yerleştirildiği kanıtladı. Kuzey Kore’deki eğitim müfredatında Japonya ve ABD her zaman düşman olarak tasvir ediliyordu ancak bu düşmanlığın anaokullarına kadar indiği ise pek bilinmiyordu. Anaokulu sınıflarında çocukların ABD askerlerini ‘dövebildikleri’ resimler asılı olduğu belirtilirken, derslerde de ‘Amerikan emperyalizmini yok edelim’?gibi sloganlar atıldığı keşfedildi. Bizde de özellikle Çanakkale Savaşını anma törenlerinde ilkokul çocukları asker kıyafetleri ile temsili olarak düşmanla karşı karşıya getirilir. Temsili düşmanlarımız bugün sınır komşularımız ve içine girmeye çalıştığımız birliğin, Avrupa Birliğinin üyeleri. Çocuk yaşlarda “düşman” imgesi ile özdeşleştirilen sınır komşularının varlığı, ileri yaşlarda bir başka sorunun, bireysel silahlanmanın da sebebi olabiliyor.  Bireysel silahlanma söylemde koruma amaçlı olmasına rağmen özünde çevreye güvenmemekten edinilir. Bu güvensizliği incelediğinizde altta yatan sebebin barışla büyütülmemiş bireylerin hep bir tehlike altında olduğuna inanmalarından kaynaklandığını görüyorsunuz.

Elimizdeki son resmi verilere, 2007 yılı verilerine baktığımızda yılda ortalama 3.500 kişiyi bireysel silahlar yüzünden kaybediyoruz. Geçenlerde açıklanan trafik kazası verilerine göre de kaybettiğimiz vatandaşların sayısı da 3.500. Ancak trafikteki denetim ve kamuoyunu bilinçlendirme çabaları ne yazık ki bireysel silahlanmada sarfedilmiyor. Biz 2007’den sonra resmi veri elde edemedik, o yüzden yazılı basını takip ediyoruz. Basındaki şiddet haberlerini derlediğimizde son beş yılda şiddet haberlerinin iki katı artttığını fark ettik. Ancak her haberin basına yansımadığını düşündük ve bu yıl hem yerel hem de yaygın medyayı takip ediyoruz.  Bu yılki rakamlardan şüphelerimizi doğruluyor: 2011 yılına kıyasla şiddet haberlerinde yüzde yüzlük bir artış olmuş durumda. O zaman belki de basında da yer almayan daha nice olaylar var. Buradan yola çıkarak diyoruz ki, artık ülkemizde yılda ortalama 4.500 kişiyi bireysel silhalar yüzünden kaybedityoruz ve bu rakam her beş yılda bir iki misli artıyor. Bireysel silahlanmanın boyutu ne yazık ki bireysel boyutta kalmıyor, Türk toplumuna maliyeti yılda 5 milyar dolara ulaşıyor. Bununla birlikte toplumsal huzur ve barış ortamı da örselenmiş oluyor.  

Dünya Barış Konseyi (World Peace Council)  Barışı silahsızlanma, küresel güvenlik, ulusal bağımsızlık, ekonomik ve sosyal adalet, gelişim,  çevrenin korunması, insan hakları ile mücadele olarak tarif eder.   Barış kelimesi duygusal bir durum için de kullanılabilir. Bir insanın kendisi ile barışık olması kendi içinde bir denge, sakinlik, huzur içinde olması buna örnek gösterilebilir. Barış ailede ve toplumda sağlanmış iç huzur demektir aynı zamanda.

Biz kendi evimizde barışı inşa edemiyorsak, daha büyük hedefler koyarak dünyada barışı inşa etmemiz mümkün değildir. Barış öncelikle küçük zihinlerde başlar. Çocukların barışın kendi içimizde başladığını anlamalarını sağlamak, kendi iç çatışmalarının farkına varmasına ve zaman zaman çevresi tehditkâr bir hal alsa da, zarar görmeden idare edebilecek becerileri geliştirmesine yardımcı olmak, çocukların barışçıl eylemlere yönelmesini ve sorunların şiddet içermeyen yöntemlerle çözümlenebileceğini öğretmek gerekir. Çocuklara ve gençlere bu eğitimleri verirken, kendimiz için de bunları uygulayabiliriz.

Doğduğumuz günden itibaren dış dünyayı idrak edişimiz ancak bir “öteki” ile, annemiz, babamız, aile bireyleri ile mümkün oluyor. Annemiz aynamız oluyor. Dış dünyayı algılamamız hep küçük kırılmalar ile gerçekleşiyor. Kendi bedenimizi, farklılığımızı anlayarak gün be gün ötekinden farklı olduğumuzu anlıyoruz. “Ben” olmaya başlıyoruz. Buradan itibaren ötekilerle ile olan serüvenimiz başlıyor. İnsanların varoluşsal olarak ötekini yaratmaya ihtiyaçları vardır. Böyle olunca insanlar kendilerini yaratabilmek için farklı fikir ve değerlere karşıt olmaya yatkın görünüyorlar. Gruplar ise önce “biz”i oluşturmaya çalışır. Yavaş yavaş diğer gruplara negatif tanımlar verilmeye başlanır. Kimlik ve aidiyet duygusu sağlanır. Politik-psikoloji ve Psikoterapi uzmanı Profesör Doktor Vamık Volkan’ın açıkladığı şekilde “düşman” kavramının oluşumuna bakarsak, önce “önemsiz”, sonra “olumsuz”, daha sonra “onlar” ve en son da “düşman” oluyorlar. Bu durumda kendini savunma kolaylaştırılıyor. Savaş için gerekli zemin sağlanıyor.

Aslında biraz psikoloji ile ilgilenince “öteki”siz bir dünyanın mümkün olmadığını anlıyoruz. O zaman bu durumda ne yapmalıyız? Ötekiyle beraber yaşamayı öğrenmek durumundayız. Ben – Sen ile Ben – O arasındaki tek farkın iletişim olduğunu anlamalıyız. Barışın önce kişinin kendisi ile barışık olması durumunda gelişebileceğinin farkına varmalıyız. Barış önce bireyde başlar. 1800’lü yıllarda yaşamış ünlü düşünür ve yazar Ralph Waldo Emerson “Kendinizden başka hiç kimse size barışı getiremez” demiş. Kendimizle barışık olmak, iç huzuru bulmak, barışa doğru ilk adım olacaktır.   

Ötekileştirdikçe, ötekilerle diyaloglarımızı kestikçe, bir anlaşmazlık durumunda bize öğretildiği gibi “düşman”ın üzerine saldırmaktan başka ne öğrenebiliriz ki? Siz diğer ülkeleri düşman olarak gördüğünüz müddetçe dünyada barış hayal olarak kalacaktır. Siz sizin gibi olmayanları düşman olarak kabul ettiğiniz müddetçe şiddetin ve savaşların önü alınamayacaktır. Okul müsamerelerinde temsili de olsa çocukları yıllar önce yaşanmış anlaşmazlıklar sonucu çıkan savaşları unutturmamak adına belleklere “düşman” imgesini yerleştirdikçe toplum olarak huzura kavuşmanız mümkün olmayacaktır. Farklılıklarımızı aşılamaz engeller olarak gördüğünüz müddetçe de evde barışı sağlayamayacak ve dünyada barış hep ulaşılmaz bir hedef olarak kalacaktır. Bizim kültürümüzde “hoşgörü” çok önemli bir meziyetmiş gibi anlatılır. Aslında hoşgörü, onu gösteren kişinin kendisini diğerinden üstün görmesine neden olur. Bunu anlamak için de hoşgörü kelimesini önüne getirdiğimiz açıklamalara bakmak lazım: çocuktur hoşgör, cahildir hoşgör, delidir hoşgör. Sonra da “büyüklük sende kalsın” deriz. İşte tam olarak bu nedenle farklılıklarımızı kabul etmede hoşgörü yetersiz kalır. Doğru kelime “saygı” duymaktır. Saygı eşitler arası bir ilişkide gelişir. Hoşgörüde ise dengesiz bir duruş vardır.

2003 yılında Çocukları Oyuncak Silahlardan Arındırmak üzere ÇOSA adlı bir proje başlattık. Önce oyuncak yönetmeliklerimiz incelendi ve şiddet içerikli oyuncaklar ile ilgili herhangi bir düzenleme olup olmadığı araştırıldı. Gördüğümüz ve günümüze kadar gelen anlayış, oyuncak yapımında kullanılan maddelerin sağlığa zararlı olmaması durumunda, içeriği çocuğun ruhsal ve kişisel gelişimine köstek olsa da çok önemli değil şeklinde. Oysa geçtiğimiz 9 yılda en büyük tehdit savaşlı, şiddet içerikli bilgisayar oyunları oldu. Bunlar için bir düzenleme yok. Oyun, çocuk gelişiminde çok önemli bir araçtır. Çocuklar oyunlar aracılığı ile gerçek yaşamı prova ederler, gelecekteki rollerine hazırlanırlar. Biz gelecek neslimizi savaş oyunları ile büyütürken “Dünya Barışı”ndan bahsetmekle biraz gülünç bir duruma düşüyoruz. Önce kendimize bakalım. Çocuklara en iyi örnek, ebeveynleri, öğretmenleri ve aile büyükleridir. O zaman önce biz kendi içimizde Barışı sağlayalım, Barış dilini kullanalım, ondan sonra çocuklarımıza bizleri örnek almaları için elimizden geleni yapalım. Bakın o zaman Barışı konuşmak çok daha kolay, çok daha erişilebilir bir hal alacaktır. Curie “Barış herkesin işidir” derken tam da bunu kastetmiş.

Bilindiği gibi barışın simgesi güvercindir. Umut Vakfının logosunda ise martılar vardır. Barış fikrinin böylesine başat olduğu bir vakfın logosunun martı oluşunun nedeni ise, Vakfın amacının sadece barışı sağlamak olmayışıdır. "Barış" sınırlı bir kavramdır, barışa kavuşmayı vurgular. Vakfın amacı, barışa kavuşmak yanında, barışı devamlı kılmak, en önemlisi barış içinde gelişmeyi sağlamak, bu amaca yönelik önderler yetiştirmektir.

Barışı gerçekten istiyorsak, üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmemiz gerekiyor. Önce kendimizle içimizde barışık olmayı başaralım. İlk adım kendimizle barışmak olmalı. Daha sonra çevremizle iletişimde barış dilini kullanmayı tercih etmeliyiz. Olumsuz tanımlamalardan, suçlayıcı ifadelerden ve “sen” diliyle konuşmaktan özellikle kaçınmalıyız. Herkesin farklı fikir ve inançlara sahip olabileceğini baştan kabul etmeli ve farklılıklara hoşgörüden öte “saygı” duymayı ilke edinmeliyiz. Ve tüm bunları gerçekleştirdikten sonra çocuklarımıza kendi içlerinde barışı inşa etmelerinde iyi örnek olmalıyız. Bunları gerçekleştirdiğimiz takdirde Dünyada barışın kendiliğinden oluştuğuna tanık olacağız.

Sözlerimi Atilla İlhan’dan bir şiir ile bitirmek istiyorum.
Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
Gece trenlerine binme kaybolursun
Sokalarda mızıka çalma çocuk
Vurulursun.

Hepinize Barış dolu, Umut dolu yarınlara diyorum.
Teşekkür ederim.