Sabah Gazetesi Balçiçek Pamir Ropörtaj

6 Eylül  2005
 
 
Nazire Dedeman
Umut Vakfı Kurucu Başkanı

’OĞLUMA BİR BORCUM VAR’
 
Oğlu Umut 12 yıl önce cinayete kurban giden Nazire Dedeman davayı neden İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürdüğünü anlatıyor: "Aslında utanıyorum... Çünkü oraya gitmek Türkiye’yi şikâyet etmek demek... Böyle biri değilim ama oğluma bir borcum var..."
 
***
 
Kusura bakma oğul, yapamadım"
Nazire Dedeman, oğlunu öldüren kişinin para cezasıyla kurtulduğu mahkeme anını unutamıyor: "Oğlumdan özür diledim. ’Burası Türkiye’ dedim".
 
Yıl 1993, gün 28 Eylül. Bir silah patladı Ankara’da. Gencecik bir çocuk öldü o kurşunla. İsmi Umut’tu. Silahı ateşleyen yakın arkadaşıydı. "Kazara oldu" dedi. Bir tek Umut’un annesi isyan etti. Bir tek o "Hayır, kaza değildi. Benim oğlum cinayete kurban gitti" diye bağırdı. İlk değildi kaybı. İki oğlunu daha yitirmişti genç kadın. Bir küçük oğlunu hastane ihmaline kurban verirken yakınları "Dava açma" diye telkinde bulunmuşlardı. "Uğraşamazsın, bir şey elde edemezsin." Büyük sözü dinledi. Ama hep pişman oldu, "Niye adalete sığınmadım" diye. Bugün karşımda oturan beyaz saçlı bu kadın acı acı gülümsüyor. "Düşünsenize" diyor. "Bir daha adalete sığınmak isteyecekmişim. Yine oğlum için. Ne garip değil mi?" Nazire Dedeman, Umut’u kaybettiği günden beri yılmadı. Mahkeme kapılarında geçti hayatı. Bir o avukat bir bu avukat dolandı durdu. Defalarca boş bir silahı aynı şekilde karşısındakine çevirdi. Anlamak istiyordu. Oğlunu vuran kurşunun kazara çıkıp çıkmadığını bilmek istiyordu. İmdadına adli tıp raporu yetişti. Nazire Dedeman derin bir soluk aldı. Yanılmamıştı. Umut kazara ölmemişti. Nazire Dedeman umutlandı umutlanmasına ama dava istediği gibi sonuçlanmadı. Mahkeme, Kürt Ahmet lakaplı Ahmet Turgut’un oğlu Melih Turgut’un arkadaşı Umut’u kazara vurduğuna karar verdi. O zamanlarda bu işin arkasında "Bir kız meselesi var" diye bağıran anne, bir türlü sesini duyuramadı. Bugün Nazire Dedeman, yaşadıklarını ve davanın geldiği noktayı anlatıyor. 1995 yılında "Bireysel silahsızlanma" sloganıyla kurduğu Umut Vakfı’nın başkanı yok karşımda artık. Karşımda hâlâ acısına alışamayan bir anne var.
 
HÂLÂ DEVAM EDEN İSYAN
 
Sizin oğlunuz silahla öldürüldü. Maganda kurşunu haberlerini okurken ne hissediyorsunuz? Yani size pes dedirten olaylarla karşılaşıyor musunuz?
Hepsi "pes" dedirtiyor. Cinayet de olsa, intihar da olsa, kaza da olsa hepsi beni aynı derecede etkiliyor. Geçenlerde bir genç kız öldü. Onun ne yaralar bıraktığını benden daha iyi kimse anlayamaz. Annesinin ne hissettiğini biliyorum. Nasıl içinin acıdığını. O acının hiçbir zaman geçmeyeceğini de biliyorum.
 
Zor bir hayat değil mi bu sizinkisi? Her ölümle tekrar acı çekiyorsunuz. 
Doğru ama bir taraftan da sadece bir kişiye silahın yanlış olduğunu öğretebildiysem, bu bana müthiş bir huzur veriyor.
 
Oğlunuz öldürüldüğünde, dava sürerken isyanınızı her fırsatta dile getiriyordunuz. 
Bu davayla ilgili isyandaydım o zamanlar. Aslında isyanım hâlâ devam ediyor. Umut Vakfı ile ben davayı hep ayrı tuttum. İstemedim kendi özel meselemi ön plana çıkarmayı.
 
’OĞLUMA BİR BORCUM VAR’
 
Peki dava ne oldu?
Dava bitti. Cinayet olmasına rağmen... Benim oğlum öldürülmüş olmasına rağmen 2 yıl ceza verildi ve o ceza da paraya çevrildi. Oğlum öldü ve 18 bin 500 YTL ceza ödeyerek bu işten kurtuldular. Şu anda dava İnsan Hakları Mahkemesi’nde. Utanıyorum aslında oraya gittiğim için çünkü oraya gitmek demek Türkiye’yi şikâyet etmek demek. Böyle biri değilim ama oğluma bir borcum var benim.
 
Siz sık sık adalete sığınmanın önemini anlatıyorsunuz. Diyorsunuz ki "Hukuk üstündür". Ya sizin yaşadıklarınız? 
İnsanın adalet duygusu tatmin edilemezse ortaya büyük bir kaos çıkar. O zaman kendimden örnek verebilirim, iki misli acı çekiyorsunuz. Çok ağır bir yük bu. Hem canınızı, oğlunuzu kaybediyorsunuz hem de aşağılanıyorsunuz. O terazinin çok doğru olması gerekiyor. İsyanım içimde hâlâ devam ediyor.
 
ONURUNUN KIRILDIĞI AN
 
Mahkemede kararı duyunca ne hissettiniz?
Öyle bir duyguya kapıldım ki, nasıl anlatsam. Onurum kırıldı. Bir anne olarak oğlumdan özür diledim. "Kusura bakma oğul" dedim. "Burası Türkiye. Kusura bakma oğul, yapamadım. Mücadele ettim ama.. Oğul olmadı işte." Ancak bunu yapabildim, ondan özür diledim. (Gözleri doluyor, biraz ara veriyoruz.)
 
Sizi ayakta tutan nedir peki? 
Türkiye’nin bir hukuk devleti olacağına dair inancım. İnanmak istiyorum çünkü doğrusu bu. Herkes eline silahı alıp kendi adaletini bulmaya çalışırsa ne olur? Aslında belki daha kolay ama doğru değil. Kimse tehdit olarak algılamasın ama benim ve benim gibi adaletten medet umanların yaşadıkları gerçekten de hiç kolay değil, işin zor kısmı.  Katili, sevgilisiyle evlendi.
 
Siz oğlunuz öldüğünden beri "Bu bir cinayettir" diyorsunuz. 
Ben söylemedim aslında, dosyalar söyledi. İlk günler "duygusal olabilirim, yanlı olabilirim" diye sustum. Ama raporlar gösterdi ki, şüphelenmekte haklıyım. İnanır mısınız, defalarca bir silahı aynı şekilde tutup denemesini yaptım; aynı şekilde bir açı olur mu, diye... Gerçek bir tabancanın önüne oturdum tarif edilen pozisyonda ama aynı olmadı. Sonuçta ilk günkü gibi düşünüyorum, bu bir cinayetti.
 
Umut ile Melih yakın arkadaşlardı. 
Yakın arkadaşlardı.
 
Yanılmıyorsam Melih Turgut oğlunuzun sevgilisiyle evlendi
Doğru, doğru. Demek ki yakın arkadaş değillermiş. Ben ilk günden beri kız arkadaşı yüzünden bu olayın gerçekleştiğini savunmuştum. Zaten birkaç yıl sonra da evlendiler o ikisi. İlk günden beri sebep peşine düştüm ben, kazaya inanmadım. Bütün bu detaylar davaya yansıdı. Mahkeme tüm bu verilere rağmen 2 yıllık bir ceza verdi. Bunu hiç beklemiyordum. Türkiye Cumhuriyeti oğlunu cinayete kurban vermiş bir anneye adalet sağlamayarak onurumu kırdı. Onurumu geri kazanmak istiyorum. Adalete inanıyorum çünkü karşı taraftan bir farkımız olsun istiyorum.